Mert laftan anlamayan bir çocuk değildi ama nasıl olduysa, “Okul çantamı ve diğer zerzevatı kendim alacağım” diye işi inada bindirdi. Gerekçesi de şuydu: “Babamla her zaman gittiğimiz kırtasiyedeki amca devlet malzeme ofisi gibi bir yer açmış. Her şey tek renk tek çeşit. Bana göre uygun bir şey yok.” Çocuk kısmı itiraz etmez de inat eder. Mert de kime çekmişse artık dönem dönem inat atına biner ki indirebilene aşk olsun.
Okullar açıldı. Okulun açılması kapanması değil masrafı ana babaları bir düşünceye sarar. Memleketimizde hemen her konuda uzmanlar boy boy yetiştiler. Okul masrafı konusunda da akıl veren çok. “Çantalar nasıl olsun? Kalem alırken aman dikkat! Boya kalemlerinde büyük oyun!” Daha neler neler anlatılıyor. Anlatanların anlaması gereken ise bütün söylenenlerin çocukların bir kulağından girip ötekinden çıktığı gerçeğidir. Ana babalar uzman görüşüne itiraz etmiyor da çocuklar laftan anlıyor mu bakalım.
Mert laftan anlamayan, söz dinlemeyen bir çocuk değildi ama nasıl olduysa, “Okul çantamı ve diğer zerzevatı kendim alacağım!” diye işi inada bindirdi. Gerekçesi de şuydu: “Babamla her zaman gittiğimiz kırtasiyedeki amca devlet malzeme ofisi gibi bir yer açmış. Her şey tek renk tek çeşit. Bana göre uygun bir şey yok. Bir de babam kırtasiyeci amca ne derse ona hak veriyor.” Çocuk kısmı itiraz etmez de inat eder. Mert de kime çekmişse artık dönem dönem inat atına biner ki indirebilene aşk olsun.
O böyle inatlaşınca babası da işin ucunu bıraktı. “Bütçen şu kadar nereden istersen oradan al. Ben karışmıyorum.” deyip kendince bir yükten kurtuldu. Ama baba olmak devredilecek bir şey değildir ki.
Mert kırtasiyeleri dolaşmaya başladı. Kafasında uzmanların görüşü değil arkadaşlarının fikirleri vardı tabi... Epeyce bir gezdikten sonra tam istediği gibi bir çanta buldu. İçine çok şey alacak ama kaba durmayacak. Kız çantası gibi parlak, gösterişli olmayacak ama şık duracak. Bir de arkadaşlarla çanta savaşı yaparken sapı kulpu hemence kopmayacak bir çanta olması lazımdı.
Bu kadar özelliği uzmanlar akıl edebilirler miydi hiç!
Çantayı alınca defter kaleme fazla para kalmadı. Onları da fazla gösterişi olmayan defter kalemlerden seçmek zorundaydı. O sırada gözü çok şık bir kaleme ilişti. Aynı okul müdürünün kalemi gibi “müdür işi” bir kalemdi. Mert kararsız kaldı. Bu kalemi alırsa defter alamayacaktı. Hatta diğer ihtiyaçlarını da ertelemesi gerekecekti. Mert bir kişisel gelişim kitabında okuduğu cümleyi hatırladı: “Çok istediğiniz şeyleri yapmayı ertelemeyin.”
“Bu kalemi çok istiyorum almayı ertelersem içime dert olur. Ben bu kalemi alayım içime dert olmasın.” dedi. Kişisel gelişim kitapları yapay çiçekler gibidir ya, güzel dursalar bile o çiçeklerle bahar gelmez. Ama Mert o kitapların yalan yanlış psikolojisine kendini kaptıranlar gibi çok heyecanlandı. Kalemi aldı. Cebine koydu. Sanki müdür olmuştu bir kalemle.
Okula geldi arkadaşları ile kucaklaştı, kaynaştı derken herkes kalemini defterini çıkarırken Mert de afilli kalemini çıkarıp koydu sıranın üzerine. Arkadaşları şaşırdılar. Mert kaleminin verdiği hava ile koltukları kabararak oturdu bir zaman. Sonra ders başladı. Ve hemencecik geçti vakit. Teneffüse çıkacakken. O kargaşada bir el uzanıp kalemini aldı Mert’in. Kalem gitti gider. Mert kalemi alanı kalabalıkta zar zor gördü. Peşinden koştu. Kalemi alan sınıfın en işe yaramaz adamıydı. Hızlı koşar, iyi top oynar fakat çok kalp kırar, dalga geçer, küstürürdü herkesi. Mert içinden dualar ederek kalemin peşinden koşuyordu. “Kaleme bir şey olmasın ne olur. Tüm parayı o kaleme verdim ben.” diyordu. Ve korktuğu başına geldi. Kalemi alıp kaçan çocuk tökezleyip düştü. Kalem elinden fırladı. Ve kapağı bir tarafa kendi bir tarafa savruldu. Meğer kalem kırılmak için böyle bir düşmeyi beklermiş. Kalemi kırıldı Mert’in... O gün akşama kadar nasıl gezdi dolaştı bilemedi.
Akşam olunca durumu babaya anlattılar. Babası bıyıklarını burarak konuştu: “Köy çocuğunun saraydan kız alması gibi olmuş bu iş. Alışık değilsin oğlum böyle havalı kalemlere. Zaten alışmadığın iyi olmuş kalem seni terk etmiş. Neyse sıkma canını.”
Mert kalemine üzülmüştü ama ne de olsa teselli olarak yanında çantası vardı. Çantası tam istediği gibiydi. Onunla teselli oldu. İşte o günlerde akşam oturmasına bir yere gidilecekti. Mert kime gideceğiz diye soramamıştı hiç. Kime gidilirse gidilsin o da gitmek zorundaydı. Henüz evde tek başına kalacak kadar olgun değildi. Annesi öyle diyordu: “Olgun değilsin”. Yani sen daha ‘cücüksün’ demenin afilli haliydi bu.
Anne babasının elinden tutup aheste yürüyerek bir eve geldiler. Mert önce anlamadı ama içeri girince hemen tanıdı. Burası Mert’in kırtasiyeci amca dediği ve sattığı malları beğenmediği kırtasiyecinin eviydi. Mert çok sıkıldı. “Buraya neden geldik?” diye soramazdı. Sessiz kalmayı tercih etti. Hoş beş edildi, çaylar geldi. Çay içilirken kırtasiyeci amca konuşmaya başladı. “Bu sene gelmediniz Mert bekliyorum bak. Tam sana göre bir çanta ayırdım. Defter kapları kalemler daha neler var.” O sırada Mert’in babası, “...biz o işi hallettik...” diyecek oldu. Ama annesi ayağına vurunca babası pot kıracağını anlayıp sustu. Ama kırtasiyeci amca susmadı. Anne babaların kırtasiye alışverişinde dikkat etmesi gerekenleri anlattı, piyasada kalitesiz ama pahalı malları satanları eleştirdi. Çocukların söz dinlemeyip kırtasiye işini oyuncak alımı gibi gördüklerini halbuki kırtasiyenin ciddi bir iş olduğunu anlattı epeyce bir zaman.
Mert kırtasiyeci amcasını dinlerken uyumuş kalmıştı. Bir de rüya gördü.. İki tane okul çantası Mert’i kovalıyordu. Mert onlardan kaçarken afilli kalem Mert’in üzerine mürekkep boca ediyordu. Mert çantalardan kaçarken üzerine sıçrayan mürekkebi silmeye çalışırken annem kızacak diye söyleniyordu. Sıçrayarak uyandı. Misafirlikte kim varsa Mert’e bakıyordu. “Annen kızmaz kuzum rüyaydı geçti gitti.” diyorlardı. Mert rüyanın etkisiyle hiç konuşamadı. O gece oradan ayrılana kadar sessizce oturdu. Akşam oturması uzun sürdü. Geç vakitte kalkarlarken kırtasiyeci amca, “...bekliyorum ona göre...” diye tembihledi.
Ertesi gün kahvaltıda Mert’in babası kendi kendine söyleniyordu: “Adama ayıp olacak gitmezsek. Ne yapalım iki çantası olsun oğlumuzun. Bu sene de alışverişi yine oradan yapacağız. Yoksa çok ayıp olur çok...”
Ve dedikleri gibi yaptılar. Mert’e ikinci bir kırtasiye alışverişi daha yaptılar. Bu seferki çantasını hiç sevmedi Mert. Kırtasiye malzemesi ise renksiz, ruhsuz şeylerdi. Ama babasının hatrına katlandı hepsine. Okulda babasının aldığı kullanıyordu eve gelince kendi çantasına koyuyordu eşyalarını. Bu şekilde epeyce bir zaman geçti. Okul müdürü tüm okulun önünde bir konuşma yaparak bir kampanya haberini duyurana kadar iki çantalı yaşadı Mert. Müdür bey köy okulunun birini kendilerine kardeş okul seçtiklerini söyledi. Kardeş okula yardım yapılacaktı. Mert’in kafasında bir ışık yandı. Sevmediği çantasını kardeş okula gönderir sevdiği çantasını kendi kullanırdı. Koşa koşa eve geldi. Annesi kurabiye ve süt verdi. Kurabiyeleri yerken bir şeyi fark etti Mert; annesi altı hafif yanmış kurabiyeyi kendine aldı yanık olmayanı Mert’e verdi. “Neden böyle yaptın ki anne?” dedi Mert. Annesi de gülümsedi, “...seni çok seviyorum da ondan.” Mert kişisel gelişim kitaplarını kıskandıracak bir ders çıkardı kendine. “Demek ki sevdiğin şeyi sevdiğin kişiye verince anne gibi oluyorsun. Anne kadar kocaman bir yüreğin oluyor” yani dedi. Ve koşarak odasına gitti. Sevdiği çantayı kardeş okula göndermek için hazırladı. “Ben de sevdiğim şeyi veriyorum belki yüreğim kocaman olur” diye düşündü. Planını annesine anlatınca annesi duygulandı. “Ah kuzum sen nerden aldın bu incecik fikirleri. Kime çektin sen?” dedi.