Kendimiz ve gönlünü bize çevirmiş kardeşlerimiz için güçlü kalmak zorundayız” diyen Türkiye Devleti Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 65. Muhtarlar toplantısındaki konuşması, adeta bir doktrin niteliğinde mesajlar içerdi.
Birçoğunun muhtarlar toplantısı olarak baktığı, bekli de bu nedenle içerisindeki mesajı irdelemeksizin es geçtiği bir konuşma olarak gördüğü o meşhur konuşmada, Türkiye Devleti’nin yeni doktrini ve içeriği yer almaktaydı.
Bu topraklarda kök salan ulu çınarın yanında filizlenen ve bir kaç ay içerisinde neredeyse ulu çınar kadar boya sahip olan kavak ağacının böbürlenmesini konu alan hikâye ile Cumhurbaşkanı, adeta bu coğrafyada yeni nizam kurmak isteyenlere, yeni enstrümanlara ve suni şişirilmiş vakalara tokat niteliğinde cevap verdi.
Benim nezdimde en önemli mesajı ise; Türkiye Devletinin derinliğinin, Türk Devlet geleneğinin başlangıcına bağlaması idi.
Devlet geleneğimizin yaşının 2000 yıla bağlı olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Metehan’dan itibaren kurulan Türk Devlet geleneğinin varisi olduğumuzu teyit etmiştir. 1400 senelik İslam medeniyeti ve bu topraklarda kurumsallaşmamızın 1000 seneyi bulduğuna işaret eden Devlet Başkanı’nın mesajı, gayet nettir.
15 Temmuz günü şerefli bir millet varlığı ile hem de esasında Türkiye Devleti’nin kökten bağlı olduğu 2000 yıllık tarihi varlığı, fiili olarak doktrine dönüştürmesi için de ciddi uyanış noktası olmuştur.
Bizim, bu tanımları yeniden anlamaya ve idrak etmeye ciddi anlamda ihtiyacımız var.
Nasıl bir misyon yüklü olduğumuzu, Türk milletinin tarihteki yerini, nizamın yenilenmesi için, varlığının hayati anlam taşıdığını anlamak ve anlatmak için, Erdoğan’ın son muhtarlar toplantısındaki mesajlarına, yeniden kulak verilmesi gerektiğine inanmaktayım.
Türkiye Devleti’ni birilerinin tabirince, “isteyenin evirip çevirebileceğini” düşündüyse, nasıl bir yanılgıya uğrayacağını, tarihten alınan referanslarla okumak zorunda olduğunu unutmamalı!
Amerika’nın yeni başkanı ile birlikte müttefik devletlerin, karşısındaki ulu çınarı idrak etmesi için, belki de “yeni dönem” şansı açılmaktadır. Elbette eğer ortada iyi niyet göstermek isteyen “gerçek dostluklar” varsa!
“Bu coğrafyada ve İslam dünyasında, selamete ne zaman kavuşuldu” sorusuna, en doğru cevabı milli ve yerli bakabilen tarihçiler verebilir. Ama benim gibi tarih meraklısı kişilerin de yalıngözle okuyabildiği bir gerçek söz konusudur.
Erdoğan’ın da üzerinde durduğu “Devlet anlayışı” ve “ulu çınar” benzetmesi, esasında bu coğrafyadaki nizamın, adaletin ve ötekileşen herkesin hayat bulduğu dönemin, 1000 yıldır bu coğrafyada bayraktarlığını, Türk Devlet ahlakının ve geleneğinin üstlendiği gerçeğini ortaya koymuştur.
Şimdi bulunduğumuz coğrafyanın selameti, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu 1000 yıllık muazzam mazisinin tecrübeleriyle, ciddi manada “bayraktarlık ve fener olma” görevi söz konusudur.
Bizi bu coğrafyada yok etme çabasında olanların, Cumhurbaşkanı’nın misal gösterdiği “ulu çınar ve kavak” arasındaki diyalogdaki gibi, mevsimin azizliği ile yok olacak kavakların hüsranına, tanıklık edecek ulu çınar gerçeğiyle, yeniden ve daha sert tanışacakları gerçeği vardır.
Türkiye Devleti’ni güçsüz ve çaresiz göstermek isteyenler, terörle nizam vermek isteyenler, kendilerince terbiye etmek isteyenler; tarihin, Türkiye Devleti’nin ve bu ülkenin, etnik kimlik ayrımı yapmadan tüm milletinin, derin tarih idraki ve imanı ile terbiye edilecekleri aşikârdır.
Şimdi “her kim bu yolda sadakati ile dostça ve mertçe varım” derse, bu millet onu baş tacı edecektir. Bu devlet onu hiç yalnız bırakmayacaktır.
Bu yazdıklarımın; romantik durgularımla ve idealist bakış açımla yakından uzaktan alakası olmadığının da altını çizmek isterim. Olaylara rasyonel bakabilen, coğrafyanın kodlarını doğru okuyabilenler, olanlar ile olabilecekler arasında bağlantı kurabilenler, yani azıcık zekâsı olanlar, söylediklerimin realite olduğunu idrak etmektedirler.
Erdoğan’ın; 2000 yıllık devlet geleneğini benimsemiş bir devletin başı olması, böyle bir başkanla bu tarihi sürecin geçilmesi ise, 1400 yıllık büyük İslam medeniyetinin idraki, bu topraklardaki 1000 yıllık kurumsal varlığımızın özünü oluşturan iman ve irfan gücüyle gerçekleşecektir...