İhvan, çağdaş dönemin dini gruplarını öğrenmek açısından çok önemli bir olgu. Çünkü Ortadoğu ulus devletlerin çoğundan daha uzun bir tarihe sahip. Etkisi de yine çoğu ulus devletten daha fazla. Birçok farklı ülkede dernekler, vakıflar, partiler olarak örgütleniyor. Ayrıca yaşadığı tecrübeler de epeyce ibret verici. Ortadoğu devletlerinin dini hareketlerle etkileşimini ve çatışmalarını anlamak açısından da önemli.
İhvan-ı Müslim'ini kuran Hasan El-Benna'nın başında Osmanlı kalpağı var. Cemaatini kurduğu 1928 yılında, halen Osmanlı etkisiyle devam eden bir hanedanlık iktidardadır. Yalnız İngilizler, Mısıra hâkimdir. El-Benna, İsmailiye'de doğar ve büyür. İngilizlerin Süveyş Kanalındaki faaliyetlerini yakından görür. İlk derin tepkisi de burada oluşur.
İhvan, 1940 yılında Nizam'ül Has adıyla kurduğu milis güçlerle İngiliz işgaline karşı savaş verir. 1948 yılında, İsrail Siyonizm'ini protesto etmek üzere çok büyük mitingler düzenler. Filistin'de cihat etme çağrıları yapar ve hatta bazı İhvan üyeleri de bu cihada katılır. Aradan birkaç ay geçmeden Hasan El-Benna, suikastla şehit edilir.
İhvan, değişen zamana ve farklı siyasi liderliklerle beraber bazen değişiyor, çoğullaşıyor ve parçalanıyor. Nitekim çeşitli işkence, idam ve tutuklamalarla beraber hareket hem parçalanıyor hem de daha sert ve isyancı örgütler üretiyor. Örneğin Kutupçular, El Tekfir vel-Hicre ve Cihat bunlar arasında yer alıyor. El Kaide'nin şu anki lideri de Cihat grubu içinde yetişmiş bir doktor.
1960'larda Kutup ve Udeh gibi birçok teorisyen işkencelerden, , hapislerden ve idamlardan geçiyor. 40 bin kişi tutuklanıyor. Bu süreçler iki önemli rol üstleniyor: Parçalanma ve radikalleşme. Daha doğrusu bölünme ve isyancı yapıya dönüşme. Nasır darbesinden sonra İhvana yönelik müdahalelerle beraber bunlar yaşanıyor. 1970'lerde yapılan tutuklama ve idamlar ile beraber yine dini hareketler ve İhvan bitmiyor. Tam tersine Cihat grubunda Halid El-İstanbuli, Devlet Başkanı Enver Sedat'ı öldürüyor.
İhvan, Hasan El-Benna ile beraber baştan beri şiddete karşı mesafe içinde yer almaya çalışır. Nitekim El-Benna ve arkadaşları bağımsız vekil adayları olarak parlamentoya girmeye hak kazanırlar. Fakat iktidar seçimleri iptal eder. Yine Ebu Nasr da 1980 sonrası İş Partisi ve Ahrar Partisi ile bir araya gelerek İhvanı demokratik yarışmaya sokar. 2010 tarihinde yaşanan Arap Baharı, Ortadoğu'da demokrasi talebini anlatır. İhvan da bunun içinde yer alan en önemli aktörlerden biridir. Bu çerçevede Mübarek düzeni düşer ve seçimlerle İhvan adına Mursi, Mısır Devlet Başkanı seçilir.
Arap Baharı, yerel diktatörler tarafından nefretle karşılanır. İsrail ile ilişkileri yeniden gözden geçireceğini söyleyen Mursi, emperyalistler tarafından büyük meydan okuma olarak algılanır ve sonuçta da Mursi'ye karşı darbe yapıldı. Kahire meydanlarına taşan İhvan protestoları ateş ve kanla dağıtıldı. Gençler ve sivil insanlar katledildi. Yeniden tutuklamalar, işkenceler, hapishaneler ve idamlar süreci harekete geçti. Mursi, en başta yer aldı.
İki gün önce de İhvanın Genel Mürşidi başta olmak üzere 8 kişinin idamına karar verildi. Elbette yeni tekfir ve cihat hareketleriyle yeni isyan grupları da sırada bekliyor! Demokrasiyle katılıma yer vermeyen rejim, muhalefeti isyana veya köleliğe zorluyor. Emperyalizmin ve İsrail'in hegemonyası bunu destekliyor. Gazze'de yapılan katliamlar, bu döngü değişmeyinceye kadar da bitmeyecek. Yarın Gazze değil başka bir kent olur. Darbeciler ve isyancılar diyalektiğinden kurtulmak için İhvan gibi şiddete bulaşmayan yapılara demokratik katılım imkânı verilmek zorunda. Yoksa Ortadoğu'da ne isyanlar biter, ne darbeler, ne de Siyonizm katliamları.