Bu yazıyı Washington yolunda yazıyorum. ‘Neo-Haşhaşilerin’ yargılanmaktan kaçıp sığındıkları ülkenin başkentine giderken.
Bağış yaptıkları kongre üyelerine Türkiye’yi şikayet mektubu yazdırdıklarını, Türkiye’yi soykırımcı ülke ilan ettirmeye çalışan New Jersey Senatör’ünü yine bağışlarıyla desteklediklerini de hatırlatalım. FETÖ’nün İngilizce arama motorlarında bile artık ‘’Gulenist Terror Organisation (FETO)’ olarak geçtiğini akılda tutarak.
Fetullah Gülen hakkında Pennsylvania’da açılan davanın düşürülmesi için uğraşan hukuk bürosu ile Paralel Yapı’nın bağış yaptığı senatörler ve Zarrab’ı tutuklayan savcı Bharara arasında ilişki olduğunu da not edelim. Söz konusu kongre üyelerinin bir kısmının vakti zamanında FETÖ tarafından Türkiye’ye getirildiğini, burada yedirilip içirildiğini, gezdirildiğini ve bazı önemli isimlerle görüştürüldüğünü de yine ‘önemli’ ibaresiyle not düşelim.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Nükleer Güvenlik Zirvesi dolayısıyla Washington’a hareket etmeden günler önce gerçekleşen bu tutuklama, Paralel Örgüt mensuplarını pek memnun etti. Buradan hareketle Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı’nın ABD ziyareti ile ilgili yavelemeye başladılar. Erdoğan gidemezmiş de giderse dönemezmiş de...
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fethullah Gülen’e “28 Şubat kabusu bitti, ülkene dön” çağrısı yaptığı günlerde malum yapının muteber isimlerinden birine “Sahi, Fethullah Gülen neden gelmiyor?” diye sormuştum. Aldığım cevap yeni bir soru sormama mani olacak denli tuhaftı: “Hiçbir Peygamber hicret ettiği yerden geri dönmemiştir, orada vefat etmiştir.”
Peygamberin sünnetine riayet olarak da tevil edilebilecek bu cevap, milletin kalbinden sonsuza dek düşmüş olan o zata yüklenen tuhaf anlama işaret ediyordu. O vakitler sadece patolojik bir inanma biçimi olduğunu düşünmüştüm. Sonradan anlaşıldı ki Gülen’in ülkesine dönmeyişi Peygamber’in sünnetiyle değil neo-conların direktifleri ve 17-25 Aralık darbe girişimiyle alakalıymış.
Tıpkı, özel bir muamele ile Pensilvanya’ya yerleştirilmesi, dünyanın dört bir tarafında mantar misali okullar açabilmesi, emniyet teşkilatını CIA’in hizmetine sokması gibi, 17-25 Aralık darbe girişimi de ABD’den bağımsız değildi.
Her kademesine yerleştirdiği adamları sayesinde devlet gücünü etkin şekilde kullanabilen mükemmel bir örgütlenme gerçekleştirdi.
Bu yapı, emniyetten yargıya, ordudan istihbarat teşkilatına, üniversiteden iş dünyasına çok geniş bir alanda kendi müstakil yapılanmasını tamamladı ve yıllardır gerçekleştirdiği usulsüz dinlemeler ve imal edilmiş delillerle, siyaset kurumunu itibarsızlaştırarak yıkmayı amaçlayan sofistike bir darbe planı yaptı.
Ergenekon ve Balyoz davalarıyla içeriye tıktığı darbeye meyyal paşaların bile şapka çıkartacağı bir plan...
***
En kudretli zamanlarında, emniyet ve yargı kumpasıyla kalkıştıkları darbeyi beceremediler fakat sinsi planlarından da vazgeçmediler. Bu sefer Türkiye aleyhine tüm örgüt ve yapılarla işbirliği içinde yeni bir taarruza geçtiler. PKK ile birlik olmaktan dahi çekinmediler. ‘Hocaefendileri’nin virdleriyle uyuşturdukları müntesipleri de artık umurlarında değildi. Piramidin tepesi yani “ihanet çetesi” son nefesine kadar savaşmaya and içmişti!
Başka çareleri de yoktu. PYD-PKK terör örgütüyle iş birliği içinde Türkiye’yi bunaltmak, zayıflatmak, eli düşük vaziyette masaya oturtmaktı yeni görevleri. Yine Türkiye’ye tosladılar! Devletin gazabıyla, milletin nefretiyle karşılaştılar.
Gün geçtikçe gerçeklikten koptular.
O kadar ki 17-25’te kendilerinin başaramadığını, ABD’li bir savcının başarabileceğini düşünüyorlar.
FETÖ’ye karşı mücadelenin sadece AK Parti ve Erdoğan’ın kararı olduğunu zannetmeleri ise gerçekten de bir paralel evrende yaşadıklarını gösteriyor. Giriştikleri operasyonun Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlığıyla ilgili bir mesele olarak ele alındığını fark edemiyorlar.
Yargıdan kaçan eski GYY’lerin “Rusya ve ABD Erdoğan’ın ipini çekti” yollu tweet’ler atabilmesi hepsine sirayet etmiş bir afazi hali.
Gerçek ise bambaşka!
ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Ricciardone’nin dediği gibi “Bir imparatorluğun çöküşü!”