31 Mart seçimlerinde gelinen noktayı siyaseten yorumladık, baş sorumlu da, kibir hastalığı ruh ve kan kaybı gibi teşhislerle fotoğrafı doğru okuduğunu ihsas ettirdi.
Durumun düzeltilmemesi halinde güneş karşısındaki buz misali eriyip kaybolma akıbetiyle karşı karşıya olunduğuna da işaret ederek kimseye söyleyecek söz bırakmadı.
İnşallah gereken ıslahat yapılır da ülke ve ümmet yararına yürütülen hizmetler inkıta uğramaz.
Ancak üst düzeyde ve teşkilatlarda yapılacak ıslahat toparlanmak için yeterli midir doğrusu ben o konuda çok emin değilim.
Biz toplum olarak tarif ettiğimiz ya da hayal ettiğimiz bir yönetimi hak ediyor muyuz?
Yoksa eleştirdiğimiz hasletler toplum olarak bizim de kanıksadığımız sıradan işler haline mi geldi?
Üst düzey sorumlulardan kimi hamleler bekliyoruz da biz kendi gücümüzle yapabileceğimiz hamleleri yapıyor muyuz?
Hadi her şeyi ve herkesi bir kenara bırakalım, Allah'a inandığını İslam'ı hak din olarak her zaman ve mekân için geçerli olduğuna inanan bizler sorumluluklarımızı yerine getiriyor muyuz?
Ben yeterince getirmediğimiz kanaatindeyim.
Sadece namaz kılmak oruç tutmak gibi ibadetleri yaptığımızda sorumluluktan kurtulduğumuz kanaati hâkim.
Oysa o ibadetler bizim Allah'a karşı zaten yapmakla mükellef olduğumuz şahsi sorumluluklarımız.
Ailemize karşı, komşumuza karşı, topluma karşı, çevremize karşı, şehrimize karşı, tabiata karşı sorumluluklarımız konusunda çok gerilerde olduğumuzu düşünüyorum.
Mesela dindarların çocuklarının çoğunun seküler kesime daha yakın durduğunu esefle görüyoruz.
Mesela toplum içinde dindarlar örnek insanlar olarak gösterilmek yerine kimi şımarıklıkları sebebiyle kötü örnek olarak gösterildiğini her gün okuyor seyrediyoruz.
Eleştirdiğimiz olumsuzlukları düzeltmek için gayret sarf etmiyoruz, seyrediyoruz.
Mesela kitabımız Kur'an, İsrailoğulları'nın Davud ve İsa peygamberlerin lanetine maruz kalmalarına gerekçe olarak, işledikleri kötülüklerde birbirlerini ikaz edip vazgeçirmeye çalışmadıklarını gösterir.(Maide/79)
Bırakalım arkadaş ya da komşuyu ikazı, kendi çocuklarımızı münkerattan vazgeçirmek için yeterli gayreti gösteriyor muyuz?
Dinler ve dinimiz İslam, tevhid inancının hemen peşinde güzel ahlakı telkin tavsiye ve tebliğ eder.
Peygamberler tarihine bakın, onlar tevhid inancının hemen peşinden dürüstlüğü, alışverişe hile karıştırmamayı, ahlaksızlıklardan uzak durmayı tebliğ eder.
Peygamberimiz de "Güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim." buyurmuyor mu?
Peki güzel ahlakın ölçüsü nedir sorusunun cevabını da, 'Resulullah'da sizin için güzel örneklik vardır'(Ahzab/21)buyurarak bizzat kitabımız veriyor.
Sabık Diyanet İşleri Başkanlarımızdan Merhum Ömer Nasuhi Bilmen, İslami ilimleri inanç amel ve ahlak olmak üzere üçe ayırır.
İnanca dair bilgileri ihtiva eden ilim, tevhid, din usulü, akaid ve kelam gibi isimlerle anılır.
İnsanın doğumundan ölümüne şahsi temizlikten devlet işlerine kadar her alana kurallar getiren ilim ise genelde Şeriat olarak anılır.
İslam'ın güzel ahlakını ihtiva eden ilim ise tasavvuf olarak özetlenir.
Tasavvufun hedefi güzel ahlaklı insan yetiştirmektir. Güzel ahlakta örnek Resulullah olduğu için tasavvufun hedefi onu taklit etmek onun ahlakını örnek almak ve en küçük sünneti dahi ihya etmektir.
Yani sakal bırakıp cübbe giyip sarık sarınca birkaç zikir halkasına oturunca tasavvufun gayesi gerçekleşmiş olmuyor. Elbette ki kılık kıyafete de peygamberin ölçüsü esastır ama asıl hedef o kılık kıyafet içinde güzel ahlaka sahip olmaktır.
İlla bir tarikata girmek de gerekmez. Peygamber ahlakını hayatımıza uygulamamız yeterlidir.
Peygamber ahlakına uyan kimse zaten örnek insan olacaktır. Kılık kıyafetinden, konuşma üslubuna, insanlarla ilişkilerinden çevreye duyarlılığına varıncaya kadar her alanda herkesin saygı duyacağı insan olur.
Hâl ile tebliği kâl (söz) ile tebliğden daha etkilidir!
Devam edeceğiz.