Fazıl Say’ın “Bilmem farkettiniz mi ama nerde yavşak adi magazinci hırsız şaklaban varsa hepsi allahçı, bu bir paradoks mu?” şeklindeki sözlerinin ahlaki olarak kınamayı hak etmesi, hukuki olarak da suç olmasını gerektirmiyor.
“Yavşak” elbette bir hakaret sözüdür, ama hukukta belirli bir kişiye söylenen söz ile genel bir ifade veya soyut bir özneye söylenen söz aynı kefeye koyulmayabiliyor. John Stuart Mill’in “tahıl tüccarı” örneğindeki gibi, aynı söz, bir bağlamda ihlal iken, diğerinde olmayabiliyor.
Bu konuda genel bir hüküm koyup, bunu bütün durumlara aynı şekilde uygulamasını beklememek gerek hukuktan.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bazılarının sandığı gibi bu konuda her ifadeyi özgürlük kapsamında değerlendirmiyor.
Örneğin 1994 tarihli “Otto Preminger Institut v. Austria” davasında mahkeme, Tanrı, İsa ve Meryem’i çirkin biçimde resmeden bir esere yönelik yaptırımı, “başkalarının hukukunu koruma” adına haklı bulmuştu.
Ama buradan hareketle Say’a verilen cezanın AİHM’nden dönmeyeceğini söylemek yanlış olur.
**
Fazıl Say’ın sözü gerçekten kötü, incitici ve kolektif bir kimliği mahkum edici bir nitelik taşıyor.
Ve fazlasıyla gecikmiş bir ergen agresifliğini akla getiriyor.
“Sen de ona aynısını söyle” demek de çözüm değil. Herkesin bu seviyede tartışması beklenmemeli.
Ben incindim diye hukukun onun ağzını kapatmasını istemiyorum.
İfade özgürlüğü bu türden sayıklamaları ve saçmalama hakkını da kapsar.
Birileri incitici biçimde kullanacak diye ifade özgürlüğünü feda etmek, pire için yorgan yakmaya benzer.
Dahası, her kötülüğü hukukla çözmek de mümkün değildir.
Birilerinin birilerine “yavşak”, “ibne” veya “puşt” diye hitap ettiği ve bunu söyleyenin güçlü bir biçimde ayıplanıp mahkum edilmediği bir ülkede sorun hukuki olanın çok ötesinde demektir.
“Erdemli olmaya zorlanmış bir toplum erdemli toplum değildir” der bir filozof.
**
Karmaşık bir varlık insan.
Bazen dine veya dindarlara yönelik nefret, inançsızlıktan değil Tanrı’ya çocukça bir küskünlükten kaynaklanabiliyor.
Bazen de dindar olmayanlara veya dinsizlere karşı nefret, güçlü bir inançtan değil, tersine, aslında o bireyin iç dünyasındaki kuşkudan, yeterince inanmamaktan doğabiliyor.
Bazen insanlar kendileriyle ilgili bir sorunu, etnik, dini veya cinsel bir gruba veya Tanrı’ya nefret olarak boca edebiliyorlar.
Böyle bir durumda onları cezalandırmak, sadece özgürlük ihlali olarak kalmayıp, onların iyileşme ihtimalini de azaltıyor.
**
Öyle veya böyle, dünyayı bu insanlarla paylaşmak zorundayız.
Bunu yaparken, üstün bir değer olarak özgürlüğü de korumak zorundayız.
Çünkü ifade özgürlüğü, onu başkalarına acı çektirmek için kullanan edep yoksunu insanları cezalandırıp içimizi soğutmanın verdiği tatmin duygusuna kurban edilemeyecek kadar üstün bir değerdir.
**
Daha önce de “Türk halkının arabesk yavşaklığından utanıyorum” sözleriyle tartışılan Fazıl Say’a gelince…
Ona tavsiyem, ona buna “yavşak” demekten vazgeçmesi, aynı kötü sözü çok fazla kullanmaması.
Çünkü başkasına söylemiş olsa bile kötü söz dönüp dolaşıp söyleyene yapışıp kalıyor.
Tıpkı “Yarasa Mesut” örneğindeki gibi…