Yazlık sinemalar bahsi açılmışken, belediyelerin yer yer mahallelerde, okul bahçelerinde açık hava sinemaları düzenlediğini, önceki sezon vizyona giren popüler filmleri halka sunduğunu görüyoruz. İşte bu tür faaliyetlerden birini de geçen hafta sonları, İstanbul’un toplu ulaşımında vazgeçilmez bir yere sahip olan İETT gerçekleştirdi. Sadece kendi mensuplarına yaptığı yazlık sinema uygulamasının mekanları ise Edirnekapı, Kadıköy ve İkitelli İETT garajlarıydı.
***
Bu gösterimlerde günümüzdeki diğer yazlık sinema uygulamalarından belli açılardan farklılıklar göze çarpıyordu. Öncelikle etrafı geçmişte olduğu gibi kapatılmıştı ve üstünde değişik renklerde ampuller yanıyordu. Ancak buradaki incelik, sinemaya giriş kapısının üstündeki takta eskiden olduğu gibi sadece beyaz ampullerin yanmasıydı. Sinemanın girişinde oynayacak olan filmin (Eşrefpaşalılar) afişi yer alıyor, İkitelli’de ayrıca filmden bir sahnenin de eskizi arz-ı endam ediyordu. Eski Yeşilçam sinemasının orijinal afişleri de sinemanın iç duvarlarında asılıydı. Nisa Serezli’den Kadir Savun’a geçmiş sinemamızın unutulmaz çehreleri buruk bir tatla hafızalarımızda yeniden canlanıyordu.
Yazlık sinemaların yine olmazsa olmazlarından film başlamadan önce çalınan müzik burada da vardı ve sanat müziğimizin sekinet veren nağmeleri hoparlörlerden yayılıyordu. Filmden önce ikram olarak yine yazlık sinema dendiğinde ilk akla gelenlerden çekirdek, patlamış mısır ve gazoz dağıtıldı. Artık filmin seyredilmesine geçilebilirdi. Sıcak bir yaz akşamının rüzgardan hışırdayan kenardaki ağaçlarının yaprakları altında, 35 mm projeksiyon makinesinin dönen bobinlerinden objektifin yansıttığı görüntüler beyazperdeye düştüğü an hakikaten yazlık sinema duygusunun başka bir şey olduğu fark ediliyordu.
Televizyonun, bilgisayar ekranlarının veremediği, büyük perdede yüksek volümlü ses düzeni eşliğinde sinemanın büyüsü içinizi kaplıyor, sizi kapladığınız gerçek dünyadan uzaklaştırıyor, başka dünyalara, duygulara, heyecanlara, maceralara sürüklüyordu. Eskiden sosyal olmanın bir parçası olan yazlık sinema tecrübesi, bugün televizyonlar veya internet karşısında kristalize olmuş yalnızlıklar ve bireyselliğe dönüşen deneyimden daha insani bir boyuta sahip olarak karşımızda beliriyordu. Perdeye akseden görüntüler sizi içine almaya başladığında, bir yandan elinizdeki çekirdeğe sarılıyor, sonra susamaya başladığınızda elinizdeki gazozdan da bir yudum çekiyorsunuz. Kendinizi filme kaptırdığınızda, hakikaten vaktin nasıl geçtiğini anlamıyor, varoluşsal bir ayrışma yaşıyor, adeta bir rüya alemine geçiyorsunuz. Rüyanın ontolojik anlamıyla sinemanın dünyası birleşiyor ve rüya sinemasının varlık alemine geçer oluyorsunuz. Sinemanın kışın kapalı salonlarda yaydığı büyülü varlık alemi, yazın yıldızlar altında ortaya koyduğu yine büyüleyici varlık unsurlarıyla dünyanızı dolduruyor, adeta zihni tahayyül aleminizi çoğaltıyor, alem içinde alemin kapısını aralıyor.