Suriye’de hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
Her şey birer bahaneden ibarettir.
Küresel ve bölgesel güçler bahaneler üzerinden hem birbirleriyle doğrudan bilek güreşi yapıyorlar hem de taşeronları üzerinden birbirlerine mesaj gönderiyorlar.
Suriye topraklarında bir yanda malum güçlerin vekâlet savaşları sürerken öbür yanda malum güçler birbirlerine artık doğrudan diş göstermeye başladılar.
Herkesin hesabı başka.
Hepsinin birden çok planı var.
İdlib bütün bu kirli ve kanlı savaşın bir arenası olarak çıkıyor karşımıza.
Sahadaki örgütler birer taşeron.
Hepsinin arkasında malum güçler var.
Türkiye’nin pozisyonu çok sıkıntılı.
Taraflardan birinden yana tavır koyduğunda diğerlerinin hasmı ilan ediliyor.
Tarafların tümüyle ilişkiye geçtiğinde bu çoklu politika gerçekte kimseyi memnun etmiyor.
Türkiye’nin kendinden ve kendi çıkarlarından yana bir politika izlemesinden daha doğal ne olabilir?
Lakin sahada sıcak bir savaşa hazırlanan güçler Türkiye’nin koşulsuz kendilerinden yana tavır takınmalarını bekliyorlar.
Zor bir dönemeç başlıyor.
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Türkiye ne pahasına olursa olsun bu sıcak savaşın bir tarafı olmamalı.
Lakin sahada pasif bir seyirci olarak da kalmamalı.
Nitekim kalmıyor.
Diplomasinin ve siyasetin gücü devreye alınmış durumda.
Astana süreci bozulsun isteniyor.
Bu süreçten sadece ABD rahatsız değil, bence Suriye rejimi de rahatsız.
Hazır Rusya’nın ve İran’ın gücünü yanında bulmuşken muhaliflerin elindeki tüm toprak parçalarını ele geçirmek istiyor.
Suriye’nin Kuzeyinde egemenlik kurmasına ABD izin vermiyor.
Çünkü oradaki PKK varlığı ABD için olmazsa olmaz önemde.
Hem Suriye’de yerleşip kendi çıkarlarına uygun bir düzen sağlamak, hem de Türkiye’yi tehditlerle hizaya getirmek açısından.
O yüzden fiili PKK yönetimini askeri ve siyasi anlamda koruma altına alıyor.
İdlib’te Suriye rejiminin hakimiyet kurması işine gelmiyor.
O yüzden el-Kaide bağlantılı örgütler üzerinden İdlib’i kontrol altında tutmak istiyor. Unutulmasın ki el Kaide ABD ürünü bir örgüttür.
Suriye sahasında el Kaide’den koparak kurulduğu söylenen örgütler de varlığını ve gücünü ABD’den alıyorlar.
Perde gerisindeki yegane aktör ABD.
Bu örgütler İdlib’te güçlüler.
Özgür Suriye Ordusu dışındaki örgütlerin İdlib’te hakimiyet kurup ABD politikalarına uygun bir denge oluşturmaya çalışmaları Rusya’nın başını çektiği İran-Suriye bloğunu haliyle rahatsız ediyor.
Bu durum Türkiye’nin de aleyhine.
Lakin bu örgütlerin arkasında ABD olduğu gerekçesiyle çatışmasızlık sürecinin sonlandırılması da Türkiye’nin aleyhine.
İdlib’te Suriye rejiminin tam hakimiyet kurması en fazla Türkiye için bir tehdit.
Olacaklar belli.
ABD’nin arkasında durduğu sözde “dinci örgütler” her iki tarafın da bahanesi olarak işlev görüyor.
Rusya-İran destekli Esed rejimi İdlib’in üzerine yürüdüğünde ABD’nin başını çektiği koalisyon güçleri devreye girecekler.
Kim kimi oyun planına dahil etmek istiyor?
Hayli karışık bir durum.
Ama açık gerçek şu ki İdlib ve Suriye’nin kuzeyi üzerinden Türkiye’nin içine doğru bir hamle yapılmak isteniyor.
Tehdit sadece göçle alakalı değil.
Güçlü ve istikrarlı bir Türkiye hiç kimsenin işine gelmiyor.
Kendi hesabımızı iyi yapmamız lazım.
Sırat köprüsünden geçiyoruz.
Başaracağız inşaallah.
CHP HDP’LİLEŞTİ Mİ?
Muhafazakar-dindar kimliğiyle tanınan HDP’li eski bir vekil HDP’nin CHP’lileştiğini, CHP’nin de HDP’lileştiğini söylemiş.
HDP’li vekilin söyledikleri doğru. Lakin o vekil görünürdeki sebepler üzerinden konuşmuş.
Görülmesi gereken asıl gerçeklik şu: Her iki parti de Baasçı bir ideolojiye sahip. Her iki parti de malum güçlerin siyasi seksiyonu konumunda.
Ne yazık ki her iki parti de siyasi operasyonlar için birer araç olarak kullanılıyor.