Cilvegözü sınır kapısından geçip İdlib’e doğru yol alırken, Rusya-İran-Esed rejiminin son saldırılarından tek güvenlik alan olan Türkiye sınırına kaçan yüzbinlerin barındığı kamplara ulaşmak…
Zulmün, zulme uğrayan mazlumun derin çaresizliği ile buluşmak anlamına geliyor…
Yalnız Ortadoğu'nun değil, mevcut küresel sistemin ağır sınavdan geçtiği İdlib'in bilgi tabelasının önünde durmak, garip bir duygu...
Suriye’de süren savaşa “kirli savaş” demek bile bu savaşın asıl kimliğini temizlemek demek…
Henüz iki ay önce bölgeye ulaşan yeni mülteci sayısı 270 bin civarındaydı, şimdi bu rakam bir milyonu aşmış durumda. Serakib’i alıp gözünü doğrudan İdlib kent merkezine diken “zulüm ittifakının” sözde askerleri 7 kilometre daha ilerlerse, bu sayı 24 saat içinde 2 hatta 3 milyona çıkma potansiyeline sahip.
İdlib artık boşalıyor, özellikle arka sokaklarında dolaştığımda, bilenlerin kent artık boşalmış dediği o sokakların sessizliği çarpıcıydı...
“ZULÜM TOPRAKLARINI” ZİYARET…
İdlib kırsalındaki mülteci kamplarına ulaştığınızda sizi karşılayan tahammülü çok zor insani yıkım oluyor…
Çamurlar içinde derme-çatma çadırlar (hava ayaz, bu insanlar o çadırlarda nasıl uyur?) ayakları çıplak çocuklar, ailelerini ayakta tutmaya çalışan ama işsizlikten çaresiz erkekler ve uzun su kuyruklarından iki kova suyu doldurup çadırına bulabildiği veya STK’lar tarafından verilen yiyecekle yemeğini yapmaya giden kadınlar…
İdlib kırsalındaki kamplar, zulmün sembolü, çaresizliğin ete-kemiğe bürünmüş haliyle karşımızda duruyor... Nedenini bile bilmedikleri bir savaşa gözlerini açmış çocuklar, esas kurbanlar..
Korkunç!..
Büyük bir insani trajedinin, tüm insanlığın gözleri önünde derinleştiği bir dönem…
“Bana zulmün ve çaresizliğin resmini yapabilir misin, Abidin?” sorusunun cevabını bulacağınız bir coğrafya…
Çocuklar, ah o çocuklar… Bir deri-bir kemik halleri, çamur içinde, ayazda çıplak ayakları, her an o sessiz halleriyle insanda, bir gölge gibi kaybolacakları telaşı yaratan o çocuklar…
İnsanlığın dibe vurduğu 21’nci yüzyılın karanlık tarihinin bir yerine iliştirilmiş bir virgül olabilecekler mi, bilmiyorum…
RUSYA “TERÖRİST” DEDİĞİNİ ÖLDÜRMÜYOR Kİ…
İdlib kent merkezine 2 kilometre kala durduğum bir noktaya kadar gittim. 24TV için çekim de yaptığımdan, kenti Esed faşizmine karşı savunacak muhalif milisler kent merkezi bağlantılı alanları “askeri bölge” ilan ettikleri için daha fazla ilerleyemedim…
İzlenimi şuraya kısaca not düşeyim: Bölgede yaşanması ve anaforuna Türkiye’yi de çekmesi beklenen “büyük felaket”, 12’ye 5 noktasındadır.
Ortaya çıkan tablo, Rusya ve İran’ın Soçi-Astana mutabakat süreçleriyle bilinçli olarak zaman kazandıkları ve esas olarak bugünkü tabloyu çok önceden planladıklarıdır.
İdlib, El-Kaide’nin yeni uzantısı olarak kabul edilen Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) kontrolünde, ilginç olan, bölgeye düzenli olarak hava saldırısı düzenleyen Rusya ve Esed’i bugüne kadar bir kez bile bu örgüte ait bir askeri noktayı vurmaması…
Hava saldırılarında sivil yerleşim alanları, fırınlar, hastaneler, hatta mülteci konvoyları hedef alındı, “terörist” kabul edilen HTŞ’ye bomba düşmedi!..
Gerçek şu: Türkiye sınırına kaçan milyonlarca Suriyeli, Esed güçleriyle HTŞ arasındaki çatışmaların sonuçlarından kaçmıyorlar, milyonlarca sivil, Rusya ve Esed hava kuvvetlerinin doğrudan kendilerini bombalamasına dayanamadıkları için yola çıkmış durumdalar.
Ortada bildiğimiz anlamıyla bir savaş yok.
Rus ve Esed hava kuvvetleriyle İran topçusunun oluşturduğu bir katliam var!..
Senaryo şöyle işliyor: Rus ve Esed pilotları hedeflenen bir köyde sivilleri bombalayıp, ölümlerle dehşet saçıyor, o köy boşalıyor, geride kalan HTŞ savaşçıları rejim ordusuna kuşatmanın bir kanadını açmaları çağırısını gönderiyor, sonra köyde çatışma olmadan çekip gidiyorlar.
HTŞ’nin bu tavrı mülteci sayısının artmasına, halkta da “Türkiye bizi niye yalnız bırakıyor” düşüncesinin güçlenmesine neden oluyor.
Burada iki yönlü bir oyun olabilir mi, evet, olabilir…
HTŞ’nin içine Türkiye ile meselesi olan BAE, Suudi Arabistan gibi devletlerin aşırı sızması söz konusu mudur, evet söz konusudur.
(Benzer şekilde mülteci akınının içine sokulan ajanların küresel patronlarından emir geldiği anda yüzbinlerce insanı Türkiye sınırının bir tek noktasında toplayıp, kepçelerle güvenlik duvarını yıkarak büyük bir sivil akımı oluşturma hazırlığına yönelik istihbaratlar da vahimdir.)
HATAY TEHLİKEYE GİRER BİLİN…
Rusya-İran-Esed rejimi, yaptıklarıyla bilinçli olarak bölgedeki radikalizmin tırmanmasına ve Sünni nüfusun HTŞ’ye daha çok bağlanmasına neden oluyorlar. Bu bilinçli bir strateji. Böylece “terörizmle mücadele” adı altında katliamcı yapıyı cepheye sürebiliyor, Türkiye’yi de sıkıştırabiliyorlar.
Bu, Türkiye açısından sürdürülebilir bir durum değildir.
Bölgede çözüm askeridir.
Diplomasiye ağırlık vermek, askeri müdahaleyi ertelemek karşımızdaki cephenin güçlenmesine neden olur.
Rejime M-4 ve M-5 karayollarını tutma imkanı tanıdığımız an, HATAY TEHLİKEYE GİRER…
Konuya tabii ki devam edeceğim…