İdam cezasının, bırakın tekrar hukuk sistemimizin bir parçası olmasını, bugün konuşuluyor olmasını bile Türkiye için büyük bir talihsizlik olarak değerlendiriyorum.
Meselenin çok önemli ve öncelikli bir insani boyutu ama bir de ekonomik boyutu var.
Meselenin insani boyutunu çok iyi görmek lazım; malum, eskiden, idam cezası kanunlarımızda iken, moratoryum da daha başlamadan, idam cezası yargı süreci sonuçlandıktan sonra TBMM’ye gelir, milletvekilleri de, tanımadıkları bir insan için, eski Roma imparatorlarının gladyatörler, esirler için, sağ ellerinin baş parmağını aşağıya doğru çevirerek verdikleri ölüm cezası benzeri bir ölüm fermanını parmaklarını aşağıya doğru çevirerek değil, ellerini kaldırarak ya da düğmeye basarak verirlerdi.
Süleyman Demirel’in, Deniz Gezmiş’in ölüm fermanı TBMM’den geçerken tek elle yetinmeyip iki elini birden keyifle havaya kaldırdığı söylenir; yüzlerce faili meçhul cinayet için “devlet birazcık rutin dışına çıkmış” diyebilen biri için çok normal.
İdam cezasının geri dönüşü tartışılırken bugünün AK Parti milletvekillerinin ne kadar, ne ölçüde Demirelleşebileceklerini düşünmeleri gerekiyor.
TBMM’nin her idam cezası onayı aslında, TBMM’yi meşru bir temsili platform olarak görüyorsak, ki ben görüyorum, bu idamlara hepimizin iştiraki demektir ve işin bu boyutu çok korkunçtur, Türkiye’nin bunu kaldırması olanaksızdır.
TBMM idamlara onay vermese bile, yani bir tür moratoryum dahi uygulasa, idam mahkumlarının böyle bir statüde bekletilmesi, ABD’de buna “death row”, ölüm koridoru deniyor, insan haklarının en büyük ihlalidir, toplum, vicdanlar bunu da kaldıramaz.
İdam cezası uygulaması korkunç bir şey, meselenin özünde insani bir boyut var.
Ama meselenin bir de çok önemli bir iktisadi boyutu var.
Bu yazımın başlığını “bir idam bir milyon ilave işsiz demektir” diye de koyabilirdim ama konunun iktisadi boyutunu insani boyutunun önüne geçirmemek için bunu tercih etmedim.
İdam cezasının, TBMM onay vermese de, idamlar fiilen uygulanmasa da, bir tür moratoryum uygulansa bile, yeniden hukuk sistemimizin içine sokulması Türkiye’nin AB ilişkilerinin, kurucu statüsünde olduğumuz Avrupa Konseyi ilişkilerinin sona ermesi demek.
Bıkmadan, usanmadan Türkiye’nin temel ekonomik denklemini burada yazıyorum, yazacağım; Türkiye yüzde beşin üzerinde büyüdüğü zaman, ki buna bir anlamda işsizliği, fakirliği yenmek için mahkumuz, mecburuz, ekonomi çok büyük cari açık oranlarıyla çalışıyor, bu durum Türkiye’nin yapısal bir özelliği, büyük ölçüde enerji ve sınai girdi ithalatından kaynaklanıyor, öyle bugünden yarına değişmesi olanaksız.
Türkiye’nin canlı bir iç piyasası var, daha da canlandırılabilir, Merkez Bankası geçen sene yaptığı gibi kredileri frenlemek zorunda değil, girişimcilerimiz, ilgili bakanlıklar mucizeler yaratıp dış piyasaları çeşitlendiriyorlar, yani büyümenin önünde temel engel talep pek değil.
Büyümenin önündeki temel engel büyümenin ürettiği cari açığın finanse edilip edilememesi.
Cari açığın nitelikli finansmanı için de derecelendirme kuruluşlarının not artırımı gerekiyor ama bu durumun kalıcı olabilmesi Türkiye’nin, AB üyesi olalım, ya da olmayalım, AB standartlarında bir hukuk düzenine kavuşmasına bağlı.
İdam cezası gibi konular ise AB hukuk standartlarından uzaklaşma, hatta kopma demek.
Hukuk sisteminde idam cezasına yer veren bir ülkeye uzun vadede yabancı kaynak girişi çok daralacaktır, bu konu iki kere ikinin dört etmesi gibi bir durumdur, ya da Çin’de olduğu gibi ücretleri yüz dolara çekmek gerekir ama bu da uzun vadede sürdürülemez.
İdam cezasını düşünenler meselenin iktisadi boyutunu da düşünmek zorundalar, bir idam gerçekten bir milyon yeni işsiz anlamına gelecektir.
İnşallah, idam konusunda yazdığım son yazı olur bu.
twitter.com/KarakasEser