Gerek iç, gerekse dış siyasette gelişmelerin her birisi de hepimizi ilgilendiriyor.
Önce dıştaki gelişmelere değinelim, kısa-kısa.. Pakistan'da sonbaharda yapılacak olan seçimler yaklaşırken, 30 Temmuz Pazar günü, Kuzey Hayber Pakhtunkhwa vilayetinin Afganistan sınırındaki bir bölgesi olan Bajur'da, Afganistan'daki Tâliban Yönetimi'ne destek veren Pakistan İslâm Âlimleri Cemiyeti' (Jamiat Ulema Islam) isimli siyasî hareket tarafından tertiblenen mitinge yapılan bombalı saldırıda ölenlerin sayısı 60'ı buldu; yüzlerce de yaralı..
Bu saldırı İslâmî hedefler doğrultusunda mücadele ettiğini ileri süren DEAŞ /IŞİD diye anılan silâhlı örgüt tarafından üstlenildi. DEAŞ'ın, Tâlibân'a karşı Afganistan'da sık sık bombalı saldırılar düzenlediği de biliniyor.
Pakistan'ın kuzeyindeki aşiret bölgeleri, uzun süredir İslâmî grupların güçlü olduğu bölgeler..
Bu saldırı dünyada pek de önemsenmedi.. Çünkü Müslüman toplumlarında katliâm ve karmaşaların hâkim olması, emperial güç odaklarının işine geliyor.
Ama meselâ Paris'te, New York'da, Londra'da 10 kişi öldürülse, bizim kamuoyu bile bunları günlerce tartışır, hattâ topluma gözyaşı döktürülmeye çalışılır. Tamam, terör saldırılarının bütün mağdur, mazlum ve maktullerine de acırız, ama Müslüman dünyasında ve diğer mustazaf / hakları elinden alındığı için zayıflatılmış toplumlarda, insanlar kitleler halinde katledilirken; 'sağır' kesilen dünya kesimlerinin, bu cinayetlerin arkasında en azından psikolojik destekle durdukları düşünülmeli değil midir?
Peşaver'de Pakistan ordusunun bir saldırısında 147 medrese öğrencisinin öldürüldüğü 2014'ten bu yana, bu gibi saldırılar tekrarlanıp durmakta..
7 ay önce, Ocak ayında, Peşaver'de bir camide meydana gelen patlamada en az 75 kişi öldü ve Şubat ayında da aynı şehirdeki bir polis yerleşkesinin içindeki bir camiye düzenlenen bombalı saldırıda, çoğu polis olmak üzere 100'den fazla kişi can vermişti.
Bir diğer önemli gelişme..
30 Temmuz Pazar günü, Danimarka'da bir 'Kur'an yakma' eylemi daha tezgâhlandı..
Dışişleri Bakanı Lars Løkke Rasmussen, 'kutsal kitapların yakılmasının "gerçekten birliğe ihtiyaç duyan bir dünyada yalnızca bölünme oluşturma amacına hizmet ettiğini" söyledi.
Løkke Rasmussen, bu tür eylemleri 'ifade özgürlüğünden tâviz vermeden yasaklamak' için "yasal bir araç" çözüm bulmaya kararlı olduğunu söyledi; ancak bunun kolay olmayacağını ve 'Dini eleştiriye yer olmalı'yı da ekleyerek..
İsveç Başbakanı ise, 'Kur'ân yakma eylemlerinin ardında Türkiye'yi tahrik ederek, NATO'yu zayıf düşürmek isteyen Rusya'nın parmağının bulunabileceğini' ileri sürmekte..
Bir diğer önemli gelişme..
Dün Moskova'ya yeni bir drone saldırısının gerçekleştirilmiş olması karşısında, Putin'in en yakın ve yetkili çalışma arkadaşı Medvedev'in, nükleer silah kullanabileceklerini açıklaması NATO dünyasını tedirgin etti.
Bu arada geçen ay, Rusya süper gücünün yumuşak karnını gösteren Wagner isimli ve ticarî görünümlü bir 'özel güvenlik şirketi', gerçekte ise Rusya yönetiminin emrindeki bir silahlı gücün ayaklanma teşebbüsünden sonraki gelişmeler sürecinde, oldukça ilginç bir çizgide ilerliyor. Putin'in eski yakın arkadaşı Yevgeny Prigojin komutasındaki Wagner savaşçıları, Belarus'a, / Beyza Rusya'ya yerleşmiş vaziyette ve Polonya ve Baltık cumhuriyetlerini tehdit ediyor. Prigojin ise, 'Biz Rusya için ve Rusya'nın maslahatı için varız.' şeklindeki sözünü tekrarlıyor..
Bu arada zengin uranyum yatakları Fransa tarafından yağmalanan ve amma Afrika'nın en fakir ve halkının yüzde 7'inden fazlası Müslüman olan 40 milyonluk ülkesi olan, Nijer'de Cumhurbaşkanı Muhammed Bazoum'u deviren askerî birliklerin darbenin, Prigojin tarafından ve 'anti-emperyalist ve ilerici bir hareket' olarak selâmlanıp desteklenmesi, Wagner'in faaliyetlerinin bundan sonra Afrika'ya daha fazla kaydırılacağı şeklinde değerlendiriliyor. Amerika ve AB ise askerî darbeyi kabul etmediğini açıklamış bulunuyor.
Bir diğer konu, tam da Trump'a göre..
31 Temmuz Pazartesi günkü yazıda, USA eski Başkanı Trump'dan, içerdeki KK Bey'e kadar uzanan ve benzer nitelikli değerlendirmelere, üstü kapalı olarak değinmek geçmek zorunda kalmıştım..
Dün, Yahoo News'deki Amerikan haberlerine bakarken, Başkanlık seçimleri için Cumhuriyetçi Parti'den yeniden aday olmaya hazırlanan Trump'ın şimdiki Başkan Biden konusundaki eleştirilerini frenleyemeyip, hızını alamayarak sözlerini, 'We have a guy who is a dumb son of a bitch ..' /Aptal bir o... çocuğu olan bir adamımız var..' noktasına kadar vardırdığını gördüm.. Bu sözler, Trump tarafdarlarınca çılgınca alkışlanmış..
Bu alkışlar üzerine Trump, "Oyununun zirvesinde olmayan birine sahibiz...' diye sürdürmüş sözlerini ve 'Biden'ın düşüş sahnelerini eklediği bir klip de yayınlamış..
Onların lügatlerinde bu gibi sözleri gelişi güzel kullanmak bir gelenek herhalde..
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa bölünürken, savaşın kazanan tarafları Berlin yakınlarındaki Potsdam'da bir araya gelmişlerdi; Amerikan Başkanı Truman, İng. başbakanı Churchill ve Sovyet Rusya lideri Stalin..
Truman o günlerde, annesine yazdığı mektupta Stalin için, 'o... çocuğu..' diyor, ama hemen arkasından da, 'Anne, onu dememeliyim değil mi, yoksa o da bana aynı şeyi söyler..' gibi bir cümleyi yazabiliyordu..
Bir de iç siyasetten bir yeni hayıflanma sesine bakalım..
Bu haberleri okurken, hatırıma bizdeki seçimlerden birkaç ay önce eski bir başbakanın Erdoğan'a hitaben, 'Biz olmasaydık, sen bir hiçtin!' şeklindeki sözleri geldi..
O videoyu gönderen arkadaş, 'Ahmed Efendi oğlum, Tayyip Bey en olumsuz şartlarda bile, bu halktan yüzde 30-35'lerin üstünde oy alıyor; ya sen ve senin gibiler?' diye bir soru cümlesi eklemişti..
Nitekim seçimler yapıldı on parmağında on marifet, her parmağıyla çok farklılara kimselere 'gel-gel..' eyleyen ve etrafına yeme koşuşan civcivler gibi birlerini toplamayı başaran KK Bey'in on partisi, yıllardır zâten yüzde 23-26 arasındayken, bunca ittifaklardan sonra aldığı sonucun yine yüzde 25 olduğu görülüverdi..
Ama o kurnaz KK Bey, 40 kadar m.vekili kaptırmıştı bu müttefiklerine, hiç bir şey alamaksızın.. Yani, kendi oyununa gelmişti KK Bey.. Ne var ki bu konuda bir itirafta bulunamıyor..
Derken, daha 10 gün önce, 'Ben Kemal Bey'e, onun doğru sözlü olduğuna inanırım..' diyen bir eski başbakandan bir itiraf geldi, Akşener'den sonra..
CHP ile geçmişte yaptığı işbirliğini, 'Hayatımın en büyük yanlışı..' diye niteleyen Meral Hanım'dan sonra, pişmanlık cümlelerini döktürenler arasında Davutoğlu da gözüküvermez mi?
Bakalım, itiraf için sırada kim gelecek..
Evet, dün Davutoğlu, bir röportajında CHP listesinden seçime girmeyi en son tercih olarak seçebileceğini söylemiş, 'hayatının en büyük pişmanlığı'nı dile getirmiş ve İP, DEVA , SP ve kendilerinin 4'lü olarak seçime girmesi için görüşmeler yaptığını, o liderlere, 'Halkımız solcu partilere oy vermez..' dediğini filan aktarmış. (Tabiatıyla o da, KK Bey'den habersiz yapmıştır bu görüşmeleri..) KK Bey de başkalarıyla da daha başka ve gizli oyunlar kurmaktayken..
Davutoğlu'na hiç yoktan, 10 m.vekili kazandığı hatırlatılınca; çok güçlü olduğu devamlı söylenen 'ene'sini, 'ego'sunu bir daha göstermiş; kendisinin ilmî, akademik, fikrî vs. planda yaptığı fedakârlığının 10 m.vekiliyle ölçülemeyeceği' gibi laflar etmiş.. Bu laflarla da kendisini, kendi m.vekillerine çok ilginç bir yöntemle tanıtmış.. Diyecek sözün bulunamayacağı bir nokta..
Oyun içinde oyun...