Dünya Sağlık Örgütü’nün dün yaptığı açıklama hayli korkutucu, “daha da çetin hale gelecek. Ekim ve kasım aylarında ölümler artacak” şeklindeki tahmini ise ne yazık ki epey gerçekçiydi.
Sadece son 24 saatte 5 bin 500 kişi hayatını kaybetmiş çünkü dünyada!
Savaş olsa ya da doğal afet, dünya günlerce o noktaya kilitlenirdi. Ama aylardır vaka-ı adiyeden sayılıyor bu kadar insanın acı içinde ölmesi.
Çetele hastalığın görüldüğü 2019 sonundan itibaren tutulduğunda ise rakam daha da ürkütücü bir hal alıyor. 29 milyondan fazla insan hasta olmuş bugüne kadar, 917 bin 417 hasta ise ölmüş bugüne kadar.
***Ve içimizdeki gafiller yüzünden Türkiye’de de artıyor risk. Üstelik yaygın ve sağlam sağlık sistemimize, özveriyle ve başarıyla çalışan sağlık ordumuza ve vakitlice alınan tedbirlere rağmen 291 bin hastamız, 7 binden fazla kaybımız oldu bu güne dek.
Hep ihmaller, ciddiyetsizlikler, dikkatsizlikler yüzünden.
Hal bu ki Sağlık Bakanı Fahrettin Koca neredeyse yalvarıyor on aydır.
Ama nafile. Kaybettiklerimizin sayısı gibi hastalığı ağırlaşanların sayısı da artıyor. İçimizdeki ahmaklar işin ciddiyetine bir türlü uyanamıyor çünkü!
Sokaklar, parklar, barlar, restoranlar, türlü çeşitli ortamlar maskesiz mesafesiz, esasen akılsız ve vicdansız insanlarla dolu.
Ölümcül virüsle beraber serbestçe kol gezmekteler!
Onları engellemezsek kontrollü sosyal hayat imkanı da imha olacak, yasaklar gelecek kaçınılmaz olarak.
***İçimizdeki gafiller yüzünden hepimiz yeniden evlerimize tıkılacağız yani.
Ahmaklar serbestçe dolaşıp virüs yayıyor diye tedbirlere uyanlar da hapsolacak evlerine. Okullar açılamadan kapanacak. Milyonlarca çocuk okulda eğitim hakkından mahrum kalacak…
Benim buna itirazım var!
Haksızlık bu!
Kim uymuyorsa kurallara, onlar tıkılsın evlerine! Kimse de kusura bakmasın.
Toplumun büyük kesimi hem “bunalıyorum yeah” demeyip sabırla maske takacak, küçük çocuklarına her dakika dikkat ve vaziyet edecek, 7 ay boyunca asgari düzeyde sosyalleşip kolonya-sabun ikilisiyle hemhal olacak. Hem de bunların hiç birini yapmayıp cıvıyanlar, tedbirlilerle dalga geçip uyarılara hakaretlerle cevap verenler yüzünden güz/kış aylarını ev hapsinde geçirecek!
Olmaz. Haksızlık bu.
Kurallara uymayan azgın azınlık yüzünden yayılıyor virüs.
Kamu otoritesi duruma el koymalı ve sosyal adaleti sağlamalı o yüzden. Suç-ceza dengesi burada da kurulmalı.
Cezalar yasaklar ve kısıtlamalar gelecekse tedbirlere alenen uymayanlara gelsin o yüzden.
Başkalarının hayatını riske edenler “saldırgan” muamelesi görmeli bana kalırsa.
Cari hukukta tanımı nedir bilmiyorum. Ama ölümcül bir virüsü bilerek bulaştırmanın ya da bulaş ortamı yaratmanın suç olarak tanımlanması gerektiğini düşünüyorum.
Bu bir ihmal, dikkatsizlik, kusur, kabahat değil katiyetle.
Bunca bilgiye, uyarıya, uyarana rağmen yapılıyorsa hala suikasttır o artık!
MİNİ MİNİ 1’LER İÇİN ZOR KARAR
Uzaktan eğitim zili çaldı çalmasına ama anaokulu ve ilkokul 1’nci sınıf öğrencileri için karar anı henüz gelmedi. Online eğitimdeler onlar da abla-abileri gibi. Lakin okullu olmanın getirdiği sınıf, sıra, teneffüs, forma, tahta gibi heyecanları tadamadan “el, ela, lale” baskısı altına girdiler. Ufaktan zorlanıyorlar haliyle. En çok da sıkılıyorlar. Ve hop tüyüyorlar masadan!
Oysa çocuğun gelişimi için öğretmeni ve arkadaşlarıyla birebir göz ve söz temasına, ortak fiziki mekana ve sınırlandırılmış zamana ihtiyaç var anaokulunda ve ilkokul 1’lerde.
MEB’nın açıkladığı tarihte sapma olmazsa haftaya pazartesi fiilen okula gidecekler seyreltilmiş sınıflarda. Aileler isterlerse çocuklarını göndermeyebilecek ama.
Zor bir karar.
Aile gözetimi olmadan çocuk kendini virüs riskinden ne kadar koruyabilecek?
5, 6, 7 yaşındaki çocuklardan bahsediyoruz. Kimi yetişkinlerin bile uymadığı maske, mesafe, hijyen kurallarına nasıl uyacak bu çocuklar? Bütünüyle kuşkudayım.
MEB tedbirlerini almış, planlamasını yapmıştır mutlaka. İşleyişi bilmiyoruz henüz ama naçizane bir tavsiyem var MEB’e:
Sınıflarda mutlaka ikinci bir öğretmen görevlendirilsin. Eğer bu yapılır, sınıf öğretmeni ders işlerken ikinci öğretmen tüm dikkatini bu konuya verirse sanırım maksat hasıl olur.
Kadro sıkıntısı olmayacaktır, öğretmenlerimizin büyük bir kesimi özlemle bekliyor zaten ders başı yapmayı.
Bu olursa eminim daha çok sayıda aile çocuğunu güvenle okula gönderecektir.
TARİHİ BİR KAYIT: EVİN E-HALİ
Fatma Barbarosoğlu ve Nazifa Şişman’ın karantina günlerinde e-mail üzerinden birbirleriyle yazışarak tuttukları notların kitaplaştığını duyunca “budur” dedim gülümseyerek. Daha okumadan “fikir çok iyi, eminim içerik de öyledir” diye geçirdim içimden. Kıymetli müelliflerini bildiğimden… Üstelik ben dahil hemen herkesin “çok verimsiz geçirdim” diye yakındığı karantina günlerinden -kalabalık ailelere sahip olmalarına rağmen- böylesi bir kayıtla çıkmak ancak onlardan beklenebilirdi. Samimiyetle tebrik ederim.
Okudukça daha da sevdim “Karantina Günlerinde Evin e-hali”ni. Mart, nisan ve mayıs aylarında evlerde süren gündelik hayat, hayatın akışı, aniden donuşu, yeniden oluşu, medyaya sosyal medyaya yansıması, sosyolojik açıdan farklılaşan algısı olgusu, insanın evdeki yalnızlığı, genç veya yaşlı olma imtihanı, ölümle kurulan tuhaf mesafe, eşler arasında yeniden paylaşılan roller, kadınların ağırlaşan ev mesaisi… An be an yaşanmakta olanın her hali derin tahlillerle beraber geçirilmiş kayda. O yüzden de diri ve hayli konuşkan bir kitap çıkmış ortaya. Herkese tavsiye ederim.