İbn Haldun, "İnsanların din, can, akıl, nesil ve mal emniyetine yönelik bütün suçlar için şeriatta belli bir ceza ve yaptırım öngörülmüştür, ama zulüm için herhangi bir ceza öngörülmemiştir" dedikten sonra bunun nedenini şöyle açıklar: "Çünkü zulüm, ancak güçlü muktedirler ve hükümranlar tarafından işlenir" (sıradan insanların da onları cezalandıracak imkânları olmaz) der. Sonra da "Bu yüzden Kur'an, bizzat zulme güç yetiren muktedirlerin kendilerine hitap ederek, onları yoğun tehditlerle uyarır, böylece içlerinde bir yaptırım korkusu uyandırmak ister" diye vurgular.
Bugün Gazze'de olup bitenlere baktığımız zaman allame İbn Haldun'un belirttiğine benzer bir durumla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Bütün haçlı dünyasının desteğini arkasına alarak, artık (beşeri normlar çerçevesinde) alt edilemez bir güce erişmiş bulunan Siyonist İsrail, zulüm literatürüne yepyeni karanlık bir sayfa daha eklemektedir. Mevcut şartlarda ona bir müeyyide uygulayacak hiçbir güç de bulunmuyor kuşkusuz. Sadece şurada burada yükselttiğimiz ahlar, Gazzeli çocukların, kadınların iniltilerine karışıyor o kadar.
Böyle bir durum karşısında özellikle haçlı dünyasının vicdanına hitap etmenin de bir faydası yok. Çünkü içlerindeki pek az vicdanlı insanı bir kenara bırakırsak, özellikle egemenlerin, karar mekanizmasında bulunanların vicdanı çoktan kurumuş. Ya da aslında hiç olmadı bir vicdanları. Kızılderilileri bitirirken, Aborjinleri yeryüzünden silerken, bütün dünyayı sömürürken, birinci ve ikinci dünya savaşlarıyla milyonlarca insanı öldürürken, taş üstünde taş bırakmazken kımıldamayan vicdan, uyanmayan merhamet Gazze tüketilirken mi uyanacak? Ham hayal. İçimizdeki dinli dinsiz devşirmelerin veya aslında onların adamı olup da bizden gözükenlerin sürekli olarak bizim, Batı'nın olmayan vicdan kapısını aşındırmamızı istemeleri de kelimenin tam anlamıyla bir hedef saptırmasıdır. Batı'da vicdan aramak havanda su dövmek gibidir.
Bugün Gazze diye küçücük bir kara parçasına dehşet verici silahlarıyla çullanan Siyonist İsrail'i bütün imkânlarıyla destekleyen Batı'nın, bundan yüzyıl önce Çanakkale'de küçücük bir kara parçasına, Akif'in deyimiyle "enva-ı beşer" ordularıyla çullanıp günlerce, aylarca cehennem kustuğunu unutmadık. Bu yüzden içimizdeki beyinsiz devşirmelere veya aslında onların adamı olup bizden gibi görünenlere rağmen Batı'nın vicdanı ile ilgili bir beklentiye girmeyeceğiz. Bu karaktersiz, vicdansız, merhametsiz, namert medeniyetin önünde diz çöküp yalvarmayacağız.
İbn Haldun, zulmün, ancak güçlü muktedirler ve hükümranlar tarafından işlendiğini vurguladığı bölümün sonunda, "Senin rabbin kullarına asla zulmetmez" (Fussilet, 46) ayetine yer vererek, beşeri normlara göre yenilmez bir güce sahip herhangi bir odak tarafından, bugünlerde Gazze'dekine benzer bir zulmüne uğradığımız zaman, diz çöküp hangi güce yalvaracağımızı gösteriyor. Zalimler, bizim karşı koyamayacağımız güçleriyle ve yine kendileri gibi dehşetli imkânlara sahip destekçileriyle üstümüze namertçe çullanıyorlarsa, bizim de dayanacağımız karşı konulmaz güce sahip Rabbimiz var, demek istiyor.
Nitekim dünya tarihi, yenilmez güce sahip oldukları için insanlara hayasızca zulmedenlerin, karşı konulmaz güce sahip Allah tarafından kahredilerek yerin dibine geçirildiklerinin tanığıdır.
Allah, kullarının hayatlarında tatbik etmeleri için indirdiği şeriatta zulüm için herhangi bir ceza öngörmemiştir, çünkü zalimlerin cezasını bizzat kendi üzerine almıştır.
"Zalimler, nasıl bir altüst oluşla tepetaklak edileceklerini yakında göreceklerdir." (Şuara, 227)