Cemaatteki arkadaşlar sağ olsunlar, sayelerinde artık gazete köşelerinde teolojik konuları tartışır olduk. Nasıl tartışmayalım ki bütün milleti hüzne boğan bir maden kazası yaşanır, birileri çıkıp “AK Parti’ye destek verdiniz, Allah’ın gazabını üzerinize çektiniz” derler. Deprem olur, “Bu daha bir şey değil. Bu millet AKP’ye oy verdikten sonra başına geleceklere hazır olmalı” diye Allah adına hepimize parmak sallarlar.
Dedikleri şudur: AK Parti hükümeti yolsuzluklara bulaşmıştır, bunlara karşı çıkan masum ve fedakâr cemaat mensuplarına da zulümde bulunmuştur. Toplumun çoğunluğu ise bütün bunların farkında oldukları halde bu partiye destek vermekten geri durmadıkları için “Allah’ın gazabı” tecelli edecektir. Kuran’daki birçok ayet bunu haber vermektedir. Allah’ın gazabı kimi zaman maden kazası şeklinde kimi zaman deprem şeklinde tecelli etmektedir. Sırada sel baskınları, kuraklık vs vardır...
Cemaatin en üst seviyedeki sözcüleri tarafından büyük bir iştiyakla savunulan bu hezeyanların cemaatin “resmi görüşü”nü yansıttığı ortada. Haddizatında bu grubun din anlayışı ve tanrı tasavvuru öteden beri bu çerçevede bir farklılık gösteriyor. Geçenlerde de yazdım, Allah’ın “rahmet”inden ziyade “gazabıyla” anıldığı bir din söylemini hususen belirli bir tanrı anlayışının tezahürü olarak düşünmek gerekir. Dinler tarihi kitaplarında ilkel dini inanışlar diye sözü edilen paganların tanrı tasavvuru bugün Soma’daki maden faciasını veya Gökçeada depremini yorumlayanların bakış açısı gibiydi: Tanrıları kızdırırsak deprem olur; fırtına, sel vs. gönderirler üstümüze...
Şimdikilerin farkı savundukları bu bakış açısının İslami öğretiye uygun olduğu iddiasıyla bazı ayet ve hadisleri de masaya sürmüş olmaları. Hâlbuki Kitap’taki “tarihte helak olan topluluklar”la ilgili ifadeler düz anlamlarıyla bile gayet açık. Konuyla ilgili aktarılan kıssalarda kendi zulümleri, sapkınlıkları sonucunda bir çürüme içine giren uygarlıkların kendileri için acı birer son hazırladıkları anlatılır. Yoksa bir toplumun içinde insanlıktan çıkan birileri var diye onların yüzünden o topluluktaki bütün insanları helak eden bir tanrı tanımı çıkmıyor Kuran ayetlerinden.
Toplumu içten içe kemiren, çürüten yollara sapılmışsa, adaletin yerini zulüm almışsa, emanet ehline teslim edilmemişse o toplum zaten kendi çöküşünü kendi elleriyle hazırlamış demektir. Depremle, sel baskınıyla yok edilmesi gerekmez. Daha da önemlisi bir toplumda bazılarının spesifik günahları yüzünden masum insanların cezalandırılmaları “ilahi adalet” kavramına uygun değil.
Bir de şu var: Japonya’daki diyelim 9 şiddetinde bir depremde ölen kimse yokken Türkiye’de 7 şiddetindeki depremde yüzlerce kişi hayatını kaybediyorsa bundan Allah’ın Şintoist Japonlardan razı olduğu, buna mukabil Müslüman Türklere kızgın olduğu sonucu çıkmaz, depreme uygun inşaat yapmak gereği çıkar.
Kuran’da yer verilen “helak olmuş kavimler” kıssalarının esas itibarıyla hem toplum olaylarında hem de doğada “Sünnetullah” adı verilen yasaların, yani sebep sonuç diyalektiğinin öngördüğü kuralların geçerliğini ifade ettiğini düşünmek daha makul.
Kuran kıssaları arasında aktarılan birtakım doğaüstü müdahalelerle çözülmüş görünen vakalarda da yine zalimlerin kötülükleri yüzünden masumların helak edilmesi söz konusu değil. Tam aksine, Nuh tufanında kötüler helak olur, iyiler gemiye binip kurtulur... Hz Musa asasıyla Kızıldeniz’i yardığında iyiler kurtulur, kötüler boğulur. Hz. Lut’un kavmi üzerlerine taş yağdıran bir kasırga sonucunda helak olurken ona inanıp arkalarına bakmadan şehirden uzaklaşanlar kurtuluşa erer... vs vs...
Yine de bizim bakış açımızın doğru olmadığını düşünelim... Yani Allah gerçekten de bir toplum içinde bazı grupların affedilmez bir taşkınlık içinde akıl almaz kötülükler işlemesine karşı gazaba gelip, hesabı ahirete bırakmayarak dünyada, hem de kurunun yanında yaşı da yakmak pahasına ceza vermek istese ne olurdu? Bu durumda “tek suçu” ülkeyi yöneten partinin icraatını beğenip oy vermek olan masum maden işçileriyle mi başlardı cezalandırma işine?
Yoksa daha polis okullarının sınav sorularını çalmaktan başlayarak kendi elemanlarının emniyet teşkilatını ele geçirmesi için kendilerinden olmayanların hakkını gasp eden... Ele geçirdikleri emniyet veya yargı gücünün imkânlarını toplum adına değil kendi zümrevi çıkarları adına kullanarak birtakım insanların evlerine silah, bilgisayarlarına doküman yerleştirip tasfiye operasyonları yapan... Cemaatleri aleyhine kitap yazan kişileri yine uyduruk suçlamalar ve sahte kanıtlarla hapishanelere dolduran... Düşman veya rakip gördükleri kişilerin yatak odalarına kamera yerleştirip mahrem görüntülerini elde ederek siyasi ve ticari şantaj için kullanan... Kendi devletlerinin milli sırlarını ele geçirip yabancı güçlere servis eden... Dahası bütün bu işleri Allah adına yaptıklarını ileri sürerek aralarına aldıkları tertemiz insanları aldatıp inançlarını istismar eden bir topluluğun mu üzerine ateş yağdırırdı?