Türkiye’nin darbe dönemlerinde ve sonrasında yaşadığı acıları düşündükçe içim burkuluyor. Hele 28 Şubat dönemindeki gazete manşetlerinden ve o günlerin “itibarlı(!)” gazetecilerinin köşelerinden yapılan infazları hatırladıkça içimde rövanşist duygular kabarıyor.
Ve 28 Şubat infazlarına katılan herkesin tek tek ve hemen yargılanmasını istiyorum ama duygularımı akılla kontrol etmeyi başardığımda vazgeçiyorum.
28 Şubat yargı sürecinin başlaması, öyle anlaşılıyor ki bazı gazetecilerin fena halde uykusunu kaçırıyor.
Kimi televizyonlarda ve gazete köşelerinde öylesine dramatik ve gözü yaşlı cümleler kuruluyor ki, bu görüntüye duyarsız kalmak mümkün değil.
Demek ki insan, “infazcılar” için de üzülebiliyormuş. Elbette buna üzülmek denemez. Aksine, 28 Şubat’ta ortaklığı bulunan hiç kimseye üzülmüyorum. Bu sadece adaletle intikam arasındaki adalet terazisinin doğru tartmasını istemektir.
Düşünün ki, 28 Şubat’ta bir gazete “Topyekun savaş” manşeti atabiliyor. Bu gazeteciler, kime karşı savaş çığlıkları atmışlardı acaba o günlerde?
Elbette bu ülkenin insanlarına karşı.
***
Peki, kendi ülkesinin insanlarına karşı kin ve nefret üreten bu gazeteciler için bugün ne tür duygular hissetmemiz gerekiyor? Duygularım, kesinlikle rövanşist olmamı istiyor.
Ama hayır, intikam değil, adalet istiyorum.
“İkna odaları”nda başörtülü öğrencilerin hayatlarını karartan, saçlarından tutup sürükleyerek okul dışına atanlar için rövanşist duygular beslemek istiyorum,
Ama hayır. Onları adalete ve milletin vicdanına havale ediyorum.
Halkın oylarıyla iktidar olmuş meşru bir hükümeti, cebren ve hileyle yıkarak milletin iradesini gasp eden asker, medya, yargı, iş dünyası ve “5’li çete”ye karşı rövanşist olmak istiyorum.
Ama hayır... Zalimler için intikam beslemek, zalimi ödüllendirmek olur.
Her zaman olduğu gibi, tek sığınabileceğimiz en güvenli liman adalet olmalıdır.
Demokratik hukuk devleti olmanın başka bir yolu da yok zaten...
28 Şubat postmodern darbesiyle ülkenin milyarlarca dolarının hortumlanmasına katkı sağlayan bütün cunta ortaklarına karşı da rövanşist duygular beslemek istiyorum ama hayır, onlara mağdur olma şerefini bahşetmemeliyim.
Çünkü, onlar için adil olan da, layık olan da milletin hafızasında “soyguncu” olarak yer almalarıdır.
***
Kimse için rövanşist duygular içinde değiliz. Cuntacılarla fiili ortaklıkları kanıtlananlardan adalet bunun hesabını mutlaka soracaktır.
Evet ceza yargının işi, bize düşen, 28 Şubat’ta attıkları manşetlerle insanların hayatlarını karartan gazetecileri, adaleti cuntanın emir-komuta zinciri içine dahil edenleri, genç kızların eğitim haklarını elinden alan akademisyenleri, milletin milyarlarını hortumlayanları, halkın iradesini gasp edenleri bulup, tek tek teşhir etmektir.
Darbe bir insanlık suçudur. Bu suça iştirak edenleri, bir daha milletin içine çıkamayacakları ölçüde rezil etmek ve gerekiyorsa yüzlerine tükürmek boynumuzun borcu olmalıdır.
Biliyorum, bu cümleleri abartılı bulacaksınız. Ama unutmayalım ki, 2007 seçimleri öncesinde aynı “cunta avanesi”, tıpkı 28 Şubat’ta olduğu gibi “vesayet” hayallerine kapılmış ve AK Parti’nin gideceğinden o kadar emindiler ki, ortalarda yine o bildiğimiz mağrur edayla dolaşmaya başlamışlardı.
Bilelim ki, eğer bugün onları millet önünde teşhir ederek rezil etmezsek, fırsat buldukları ilk anda, millete eziyet etmekten çekinmeyeceklerdir.