Türkiye’nin kendi sorunlarını çözerek büyümesinden ve tarih sahnesine güçlü bir aktör olarak çıkmasından rahatsızlık duyan bölgesel ve küresel güçlerin siyasal istikrarımıza yönelik derin hamleler içinde olduklarını söylemek bile gereksiz.
7 Haziran’da siyasal istikrarımızı bozanlar ekonomik istikrarsızlık ve terör üzerinden Türkiye’ye diz çöktürmeye çalışıyorlar.
Başka bir ifadeyle Türkiye’yi her anlamda zayıflatıp küçültmek istiyorlar.
Devletimizi ve milletimizi bölüp parçalamak istiyorlar.
Türkiye’yi Suriye’ye ve Yunanistan’a dönüştürmek istiyorlar.
“İç savaş” bu projenin bir parçası.
Bunu da terör örgütleri üzerinden yapmak istedikleri görülüyor.
Ellerinin altında çok sayıda terör örgütleri var.
O Türkiye düşmanı bölgesel ve küresel güçler DAİŞ, PKK, DHKP-C vb. örgütler üzerinden etnikçi ve mezhepçi bir “iç savaş”ın zeminini oluşturacak kirli bir senaryoyu gündemlerine almış görünüyorlar.
Bunda başarılı olabilirler mi?
Sanmıyorum. Türkiye toplumunun derin sağduyusu ve aklı buna izin vermez.
Türkiye’nin sosyolojisi de her şeye rağmen bu tür bir “iç savaş” senaryosuna karşı çok dirençli.
Bilmemiz gereken şey şu:
Türkiye düşmanı ülkeler kokteyl bir terörizm üzerinden “iç savaş” senaryosu da dahil her türlü kirli planı tedavüle sokabilirler.
Türkiye toplumunu bu tehdit konusunda bilinçlendirmek mutlaka zorunludur.
Bunun bir “seçim şantajı” biçiminde yorumlanması tam bir şuursuzluk örneğidir.
Mankurtların ‘iç savaş’ çığırtkanlıkları farklı
Kendi siyasi, ticari ve kişisel çıkarlarını Türkiye düşmanı güçlerin çıkarlarıyla tevhit etmiş mankurtların dile getirdikleri “İç savaş” söylemi çok daha tehlikeli bir zemine oturuyor.
Onların derdi kendi ülkelerinin istikrarı, istiklali ve istikbali değil.
Onların tek derdi, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti hareketinin başarıya ulaşması.
Onlar da tıpkı efendileri gibi Erdoğan liderliğinden son derece rahatsızlar.
1 Kasım’da AK Parti’nin iktidara tek başına gelme ihtimalinin görülüyor olması onları derin bir endişeye sevk ediyor.
O yüzden “Sonun Menderes gibi olur!” teranesine sarılanlar “iç savaş”tan bahsetmeye başladılar şimdiden.
Onlara göre, AK Parti’nin 1 Kasım’da tekrar hükümet olması ne kabul edilebilir bir durumdur, ne de sürdürebilir bir durum...
Böyle bir durumun ortaya çıkması halinde ülkede yönetilemezlik sorunu ortaya çıkacağını ve eş zamanlı olarak “iç savaş” zemininin oluşacağını söyleyenler millet iradesine karşı apaçık bir meydan okuma içine giriyorlar.
Sandıktan devşiremedikleri iktidarı sokaktan devşirme arayışı içinde olanların kendilerine hala demokrat diyebilmeleri ise en basitinden bir çelişki.
Dahası, bu zihniyette olanların uzlaşmadan ve diyalogdan yana olduklarını söylemeleri ise çelişkinin ötesinde bir patolojiye işaret ediyor.
Erdoğan fobizmin kendilerini sürükledikleri bu düşmanca zihniyetin gerçekte ne demokratlıkla, ne de hoşgörü ve uzlaşmayla alakası olmadığını görmeyecek kadar da körler...
Kutuplaşma ve çatışma üzerinden Erdoğan’ı suçlayacaklarını kendi zihinlerini normalleştirme yoluna gitseler kuşkusuz karşılıklı bir diyaloga ve uzlaşıya kapı aralayabileceklerini anlamalıdırlar artık diyorum.
1 Kasım sonrasında AK Parti’nin iktidara gelmesiyle beraber “iç savaş”ın çıkabileceği ihtarında bulunanlar ne hikmetse bunun sorumlusu olarak da Erdoğan’ı gösteriyorlar.
Sürekli bir suçlama hali...
“Ben bir iç savaş ihtimali görüyorum ne yazık ki!” diye cümleler kuranlar, rahmetli Menderes’i de yapılan darbenin müsebbibi olarak görme yanlışlığına düşüyorlar.
Pek tabii giderek darbeye meşruiyet atfeden bir yere doğru savruluyorlar.
Darbe karşıtlığı üzerinden geçmişte kendilerine demokratlık kisvesi giydirenler bugün gerekirse Erdoğan’ın darbeyle gitmesi gerektiğine inandıklarını söyleyebilecek kadar şuursuzlaşabiliyorlar.
Erdoğan gitsin de, AK Parti iktidara gelmesin de ne olursa olsun, ülke batarsa bile batsın diyebilecek noktaya gelenlerin patolojik aklı bu ülkenin demokrasisi ve iç barışı önünde ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Asıl bu tehdidi savuşturmak gerekiyor.
Bence ülkemizin en büyük sorunu bu Mankurtlaşmış zihin erbabının “darbe”ye ve “iç savaş”a meşruiyet atfeden bu yaklaşımlarıdır.
Aziz milletimiz ne dışarıdan içeriye taşınmak istenen “iç savaş”a geçit verir, ne de içerideki Mankurtların “iç savaş” çığırtkanlığına prim verir.
1 Kasım’da sandıklar açıldığında bu gerçeklik görülecektir.