İnsan mutluluğunun veya saadetinin bileşenleri nedir? Bu soruya hem seküler hem de dindar ilim/bilim insanları cevap vermeye çalışıyor. Seküler olanlar mutluluğu görünen dünya içinde tanımlamaya çalışırken, dindar olanlar hem bu dünyada hem öbür dünya için saadeti tanımlamaya çalışıyor. Bu sebeple dindar kesimde düğün töreninde gelin ve damada yapılan dualarından biri, “Allah sizi her iki dünyada da saadete eriştirsin” şeklindedir.
Mutluluğumuz sosyal bağlarımız ile yakından ilişkili
Dünyadaki mutluluğun en önemli bileşenlerinden birinin başkalarıyla kurduğumuz nitelikli yakın ilişkiler olduğu konusunda pek şüphe yok. İnsan seven ve sevilmek isteyen bir varlık. Kendini yakınlarına, aidiyet duyduklarına bağlayan bir varlık. Varlığını sevdikleri ve yakın çevresiyle beraber tanımlayan bir varlık.
Mutluluk ve mutsuzluğumuz eşimiz, ailemiz, dostlarımız, dindaşlarımız gibi aidiyet ve duygusal bağ kurduğumuz kişilerin halleriyle yakından ilişkili. Yakın çevremizle ne kadar yakın sosyal bağlar kurmuşsak hem ruh halimiz hem bedensel sağlığımız olumlu etkileniyor. En son Harvard Üniversitesi’nin 75 yıllık çalışması ile bu durum gösterildi. Başkaları ile bağ kuramadığımız, uzlet hali olmayan yalnız başına kalma hali olan “sosyal izolasyon” hali ise hem ruh sağlığımıza hem de beden sağlığımıza zararlı.
Bireysel iç dünyamızda mutluluğumuzla yakından ilişkili
Aslında insanlarla nitelikli bağlar kurmak ne kadar önemli ise, kendi iç dünyamızda, kendi kendimizle de iyi olmak bir o kadar önemli. Sonuçta her birimiz kendi hesabını tek başına verecek bireyleriz. Hesap günü hesabımız toplu değil de bire bir kesilecek. Her koyun kendi bacağından asılacak. Bu hal, kendi kendimizden sorumlu oluşumuzun en önemli dini kanıtı.
Kişinin kendi kendisi ile nasıl bir bağ kurduğu, kendisine nasıl muamele ettiği, nasıl bir iç denge kurduğu mutluluğumuzun önemli belirleyicilerinden biri. Başkalarıyla ilişki kurmada nasıl bir takım iyi ve kötü davranışlar var ise, kendi kendimizle ilişkimizde de aynı durum geçerli. İnsan kendi kendine iyi veya kötü davranabilir. Kendine yanlış yapabilir. Kendini görmezden gelebilir. Kendini unutabilir. Kendini hırpalayabilir. Kendine haksızlık yapabilir. Kişi sadece bedenine yönelerek, bedenin hazzı peşinde bir ömür yaşayabilir. Tüm bunlarla kendisi ile sahici bir ilişki kurmamış olur.
Kendinle kalıp kendin üzerine düşünme
Her insan tekinin “kendi üzerine düşünmesi” gerekiyor. Kendi üzerine düşünmek için ise, “kendiyle baş başa kalabilmek”, zaman zaman “uzlet hali” yaşamak gerekiyor. Kişinin kendi başına kalmayı sağladığında yapması gereken en az iki görevi var. Birincisi, kendine yakından bakmak, kendini tanımak, kendi hali ile ilgili farkındalığı arttırmaktır. İkinci görev ise, “hayatın anlamı üzerine düşünmek” ve “anlamlı hayat yaşamak için yaşamını nasıl düzenleyeceği” üzerine yoğunlaşmaktır.
Bu kendi başına kalmak hali, sosyal izolasyon değil, aksine toplum içinde nasıl var olacağının hazırlığıdır. Tıpkı Hz. Peygamberin Hira Dağı’nda yaptığı veya “itikaf” sırasında yaptığı şey gibidir.
Hem kendi iç dünyamızda kalmak aynı zamanda başkalarıyla iç içe olmak mümkün. Yani bu iki hali, eş zamanlı, ayrıştırmadan, iç içe sokarak yaşamak tam da olması gereken bir durum. Başkalarıyla birlikte kendimizi unutmadan yaşamamız gerekli.