İddialarınız varsa sınanmaya da hazır olmak zorundasınız. Türkiye, yakın tarihinin en büyük çıkışlarından birini yakalamışken, şimdi kendi iç dengelerini yeniden kurmanın sıkıntısını yaşıyor. Bunu aşacak, aşmak zorunda. Çünkü bunca emek, bunca gayret ve doğru hamlenin karşılıksız kalması kabul edilemez.
Gündem ortada. Buna dair söylenecek sözlerin de tamamı söylendi neredeyse. Şimdi siyaset oyunu yeniden kuracak, dengeleri tekrar oluşturacak ve Türkiye’nin yola devam etmesini sağlayacak.
Yakın coğrafyasındaki hemen her gelişmenin doğrudan etkilediği bir ülke olmaktan çıkıp, etkileme kabiliyetini elde eden Türkiye’nin; bir yandan bu gücünü pekiştirmek, diğer yandan onu kırmak için yapılan hamlelere karşılık vermek için hayli yorulacağı elbette öngörülebilirdi. Ancak asıl sürpriz, Türkiye’nin kendi iç dengelerini artan gücüne uyumlu bir kurguyla yeniden oluşturmakta bu kadar zorlanacağı oldu.
Bunun etrafımızda gelişmelerle ne kadar ilgili olduğunu da hepimiz biliyoruz.
Rusya, Suriye konusunda merkez ülke konumunu elde ettikten sonra, yakın geçmişte kendi oyun sahasında bulunan ülkelerdeki etkinliğini daha da artırmanın peşine düştü. Önce Gürcistan, sonra Ukrayna üzerinde bu kavga farklı yoğunluklarda devam ediyor. Üstelik enerji başta olmak üzere neredeyse tüm başlıklar üzerinden bu çatışmalar, doğrudan Ankara’yı ilgilendiriyor.
Ankara’nın Moskova’nın oyun sahasında, özellikle de ‘Şanghay’ eksenli tanımlarda kendisinden söz edilmesi yönündeki arayışı ve Başbakan Erdoğan tarafından bunun uluslararası zeminlerde ifade edilmesi, kuşkusuz geçmişteki dengelerin ciddi bir sarsıntı geçirmesi anlamına geliyor.
Türkiye’yi Avrupa Birliği ve Rusya arasında bir denge ülkesi olarak görenlerin, bu tanımdan hayli yararlandığını hepimiz biliyoruz. Elbette Türkiye bu rolünü kaybetmiş filan değil, hala ciddi bir dengenin parçası.
Ancak anlaşılmayan ve tam da bu nedenle iç dengeleri adeta ortadan ikiye ayıran gelişme, Ankara’nın tek seçenekli yaklaşımları bir kenara bırakıp, çoklu arayışlara girmesi ve şu andaki olumsuz görünen havaya rağmen bunun karşılık bulması. Kuşkusuz Ankara Şanghay denkleminin doğrudan bir parçası olmayacak. Bu coğrafi açından da, stratejik bakımdan da imkansız. Ama kendisini sürekli aynı dengenin, uyumlu, söz dinleyen parçası olarak görmek isteyenlere, farklı arayışlara açık olduğunu ifade etmesi de herhalde yadırganamaz.
Böyle ifade ettiğinizde kulağa basit bir pazarlık gibi gelebilir. Hayır, tam aksine bu sıradan bir müzakerenin çok ötesinde Türkiye’nin yeni rolünün bir parçası olarak görülmeli.
Diğer yandan Türkiye’deki mevcut iktidarı, artık kontrol edilemez olarak tarif edip, farklı hamle ve operasyonlarla yok etmeye çalışanlar, elbette bu gücün farkındalar. İşlerin asla geçmişteki gibi olmayacağını da pekala biliyorlar. Buradaki çaba, yeni Türkiye’nin güç alanında daha fazla pazarlık gücü elde etmek. Bugün akıllara ziyan gibi görünen her gelişme, aslında bu pazarlığın kapısını daha fazla açmaya dönük.
Gönül elbette bu geçiş sürecinin daha kolay ve az hasarlı olmasını isterdi. Ne yazık ki artık bu imkansız. Türkiye’nin yoluna devam etmesi, sanıldığından çok daha ağır bedeller ödeyerek gerçekleşecek. Önümüzdeki sıcak gündemin kolayca soğumayacağını hepimiz görmek durumundayız.