Hafta sonu bir ödül töreni için Frankfurt’taydım. Türk Alman Sağlık ve İbn-i Sina Ödül Derneği, bu yıl İb-i Sina ödülünü, Nobel Barış Ödülü sahibi, İranlı insan hakları savunucusu Dr. Şirin Ebadi’ye verdi.
Derneğin başkanı Dr. Yaşar Bilgin, Almanya’da çok önemli çalışmaların altına imza atıyor. Özellikle medeniyetler ittifakı bağlamında, Doğu ile Batı’yı buluşturacak önemli adımlar bunlar.
Zaman zaman, Samuel Huntigton’ın “Medeniyetler Çatışması” tezini doğrular nitelikteki gelişmelere tanık olsak da gelecek için hiç de umutsuz değiliz.
Son dönemdeki ırkçı dalga, umutlarımıza karşı yıkıcı bir atmosfer oluştursa da, her şeye rağmen Avrupa’nın kendi içinde farklı kültürleri bir arada tutması bir başarıdır. Avrupa Birliği projesi çokkültürlülüğü başarabildiği ölçüde gelecek için bir umut olacaktır.
Daha da önemlisi, içinde bir Müslüman ülkeyi veya toplumu barındırabilme kapasitesi veya performansı AB için asıl büyük başarıyı oluşturacaktır.
İşte tam da bu çerçevede, Frankfurt’taki İbni Sina ödül töreninde verilen mesajlar son derece manidardı.
Ödül töreninde konuşan Hessen Eyaleti Başbakanı Volker Bouffier, Türk Alman Sağlık ve İbn-i Sina Ödül Derneği Başkanı Dr. Yaşar Bilgin ile Avusturya Eğitim, Sanat ve Kültür Bakanı Claudia Schmied, günümüzde Doğu ve Batı kültürlerinin birbirlerini daha çok tanıyıp, ortak bir gelecek oluşturmak durumunda olduklarının altını çizdiler.
İbn-i Sina Ödül Derneği İkinci Başkanı Dr. Gerd Andres, cok açık bir şekilde, Rönesans’ın oluşmasında İbni Sina’nın ve pek çok İslam bilgininin katkılarının olduğunu söyledi.
İster Rönesans’ın oluşumundan bakalım, isterse modern dünyanın penceresinden bakalım, Doğu ile Batı her zaman bir kader ortaklığı içinde olmuştur.
İbn-i Sina’nın bugünlere ulaşan mesajının bu kader ortaklığı olduğuna dikkat çeken Hessen Başbakanı Volker Bouffier diyor ki: “İsn-i Sina bilgeliği ile Batı’yı döllemiş bir kişiliktir.”
Evet, Batı’da bir akıl tutulması ile malul olmayan aydınlar, siyasetçiler ve bilim adamları, AB’nin bir medeniyet projesi olarak yükselen değer haline gelebilmesi için Doğu ile Batı’nın buluşması gerektiğine inanıyor.
İbn-i Sina’nın bilgeliği ile döllediği Avrupa’nın, Doğu ile İslam’la çatışması, Avrupa’ya bir gelecek vaat edemez.
Bu arada, Şirin Ebadi’nin insan hakları bağlamında verdiği mücadele elbette çok önemli ve de taktire şayan. Ancak burada bir itirazımı da kayda geçirmek zorundayım o da şu; maalesef Batılı kuruluşlardan ödül alan Müslüman aydınlar, kendi toplumlarını, özellikle de Müslüman ülkeleri kötüleme konusunda son derece dramatik bir kompleks yaşıyorlar.
Kuşkusuz, İslam ülkeleri dahil, antidemokratik ve despotik uygulamaları eleştirmek ve bunlara karşı mücadele etmek gerekli ve hatta bir vecibe. Ancak, İslam ülkelerini Batı’da kötülemenin giderek bir meslek haline dönüşmesi ve şöhret metaı olarak satılmasını ahlaki bulmak mümkün değil.
Mesela, Ebadi’nin yemekte yaptığı konuşmasındaki şu ifadeler son derece sorunludur: Türkiye’de ve İran’da siyasi mahkumlarvar. İran konusunda ayrıntılı bir bilgiye sahip değilim, dolayısıyla net ifadeler kullanmam mümkün değil. Ama Türkiye’de siyasi mahkumların olmadığını çok iyi biliyoruz.
Eğer, burada kastettiği Ergenekon’dan tutuklu vekillerse, bu başka bir bahis. Ayrıca bu isimler, tutuklandıklarında vekil değillerdi.
Kısacası, Batı’nın teveccühüne mazhar olmuş İslam ülkesi aydınlarının, ülkelerindeki antidemokratik uygulamaları eleştirmeleri doğal, ancak toptancı eleştiriler her zaman doğru sonuçlar üretmeyebilir.
Daha da vahim olanı, istemeyerek de olsa bu aydınların, İslam toplumlarına ilişkin toptancı eleştirileri, Batı’daki İslamafobya’yı besleyici sonuçlar üretebilir.