Ekonomi bilimini Adam Smith’den 400 yıl önce İbni Haldun’un sistemleştirdiği konusunda önceki yıllarda yayınlanmış makaleler var.
Ancak konu birkaç hafta önce Amerikalı ekonomistler arasında yeniden gündeme geldi ve ateşli bir tartışma başladı.
Adam Smith’in, şimdi pek sevilmeyen Reagan - Bush - Trump çizgisinde neoliberal siyasetin simgesi olmasından yola çıkan bazı ekonomistler, Adam Smith’e karşı İbn Haldun’u savundular.
Adam Smith’in temel teorisi ‘İşbölümü’nü İbni Haldun’un ortaya attığı hatırlandı. Bazıları, Aristo’nun da benzer teoriyi savunduğunu söyledi. Burada, her düşünürün, kendinden önceki birikimi alıp, sentezle yeni sonuçlara ulaştığını kabul etmek gerekiyor.
ABD’nin en kapitalist Başkanı Ronald Reagan’ın bir konuşmasında Ibni Haldun’u örnek göstermesi, bu vesileyle hatırlandı. Reagan, vergiler düşürülürse, devletin daha yüksek gelir toplayacağını, bu düşünceyi de İbni Haldun’un ortaya attığını söylemişti.
Reagan ve Thatcher’ı başarıya ulaştıran formül buydu. Şimdi Donald Trump da aynı şeyi yapmaya, vergileri düşürüp ekonomiyi canlandırmaya çalışıyor. Gerçi Trump, İbni Haldun’un kim olduğunu bilmez... O da ayrı mesele.
İbni Haldun’dan Osmanlı’ya geçen bayrak
İbni Haldun’un hikayesi, biraz da Osmanlı Devletinin kuruluş hikayesidir. 1334’te Tunus’ta doğdu. Ailesinin Yemen taraflarından geldiği, sonra Emevi Endülüs’e yerleştiği, Sevilla’da yaşadığı bilinir. Aile sonra Fas tarafına geçmiştir.
Eğitime dalan İbni Haldun Kur’an, fıkıh ve edebiyat çalışır. 20-32 yaş arasında önde gelen aydın ve düşünür olarak Tunus ve Fas Sultanlarıyla, Endülüs’te son kalan Emevi yöneticilerle çalışır. Granada’nın başveziri, en az kendisi kadar değerli ve ünlü İbn El Hatip’tir. İkili önce dost, sonra rakip olur. Kıskançlık, bilgi üzerinedir.
43 yaşında, çığır açan tarih kitabı Mukkadime’yi yazar. Tarihi, tevatür olmaktan çıkartıp, sistemli ve bilimsel kurguyla anlatır. Tarihe getirdiği yeni boyutu Batı ancak 300 yıl sonra Vico ile yakalayacaktır.
1382’de 50 yaşında Mısır’a gider. Kadılık yapar, El Ezher’de ilim yapar. 1400’de Timur Suriyeyi işgal ettiğinde Mısır sultanının Timur’a yolladığı heyette, İbni Haldun da vardır. Timur İbni Haldun’un ününü duymuştur, hürmet gösterir.
Timur Şam’ı yıkıp yağmalarken, İbni Haldun kıyıda bulduğu bir tekneyle Suriye’den uzaklaşır. Tekne, Kahire’ye Osmanlı elçisi taşıyan Sultan teknesidir. İbni Haldun bu Osmanlı gemisi ile Gazze’ye kadar gider. 1402’de Timur, Yıldırım Beyazit ile karşılaşıp Anadolu’yu yakıp yıkacaktır. İbni Haldun 1406’da ölür, Kahire’de defnedilir.
Osmanlı alimleri, erken zamanda İbni Haldun’un değerini anlamışlar, kitaplarını çalışmalarını izlemişlerdi
Yavuz Sultan Selim 1517’de Mısır’ı fethedip Halifelik kılıcını kuşandıktan sonra Istanbul’a dönerken, Mısır’ın önde gelen zanaatkar ve ustalarını da beraberinde götürdü. İbni Haldun ondan 1oo küsur yıl önce, zanaatkar ve imalatçının bir ülkenin refahını ve gücünü artıracağını yazmıştı. Yavuz da, teoriyi pratiğe dönüştürmüştü.
İbni Haldun’un bilinen Osmanlıca çevirisi 1730 tarihlidir. Adam Smith’ın meşhur kitabı Ulusların Zenginliği, bundan 46 yıl sonra yayınlanacaktır.
İslamın yeniden bayraktarı
İbni Haldun, haksız karalamalar ve saldırılar altındaki İslam dünyasının, modern dünyaya karşı moral ve özgüven kaynağıdır. İbni Haldun gibi yüzyılları aşan düşünürler çıkartabilen Müslümanlığın, aynı gücü ve potansiyeli sürdürdüğünü, İbni Haldun gibi dünyayı kapsayacak derinlikte başka alimleri de olduğunu, dünyaya hatırlatmak zorundayız.
İslam dini belki de tarihin hiçbir döneminde bu kadar yoğun saldırıyla karşılaşmamıştı. Dinden çıkmış kötülerin azınlıkta olduğunu anlatamadan, dünyada bütün Müslümanların toptan karalanması, suçlanması ve kötülenmesi gibi kabul edilemez bir durumla karşı karşıyayız.
Üstelik sıcak çatışma, savaş, terör yine Müslüman ülkelerin topraklarında yaşanıyor, Müslümanlara zarar veriyor. Bu ülkeler, insan varlığını, doğal kaynaklarını terör ve savaş ortamında kaybediyor, güçsüzleşiyor. Müslümanları neyin ve kimin temsil ettiği konusunda, büyük bir kargaşa ve belirsizlik var.
Müslümanların dünya uygarlığına katkılarının anlaşılması; İslam Dünyasının gurur duyduğu bilim adamları, düşünürler ve öncülerin dünyada tanınması, artık her zamankinden daha önemli. Bu konuda kısıtlı övünmenin ötesinde, bilimsel standartlarda araştırma ve raporların üretilmesi ve bu çalışmaların Batıda karşılıklarının olması gerekiyor.
İslam uygarlığının dünyaya yaptığı ve yapacağı katkıları; bilim, kültür ve sanat yanında, Sahih İslamın ne olduğunu anlatma ve sergileme görevi, yine Türkiye’ye düşüyor. Türkiye, İslamın bundan sonra da Dünyaya barış, refah ve adalet yolunda yapacağı olumlu katkıları anlatma göreviyle karşı karşıyadır. İslam Dünyasının yönünü bulamayıp kargaşaya düşme riskine karşı çare, yine
Türkiye’dir.