Seçim sonuçlarını birçok parametre üzerinden giderek açıklamak mümkün. Fakat sosyoloji bize daha derli toplu bir bakış sunuyor. Onunla açıklamak daha gerçekçi. Yani toplumdaki rekabetler, algılar, talepler, kolektif bilinç... Oy verme davranışı üzerinde etkili olan temel ölçüler bunlardır. Toplumunun yapısında, uzun süreli devam eden bilincinde ve bugün ki ruh halinde etkili olan dinamikler oy verme davranışını yönlendirirler. Söylemler ve ideolojiler ne kadar parlak olursa olsun, her zaman toplumdaki gerçeklikleri belirleyici olmazlar. Mesela demokrasi ve insan hakları toplum için nihayetinde söylemdir. Özellikle bu konuda HDP gibi derin paradokslar yaşayan bir siyaset ve dâhil olduğu ittifakta bunun inandırıcılığı olamaz. HDP'nin bu özellikleri, Millet İttifakına hem doğrudan hem de dolaylı olarak çok olumsuz yansıdı.
PKK, HDP, bölgesel çatışmalar güvenliği öne çıkardı. Milliyetçilik refleksi yükseltti. Aslında dünya geneleninde ve Türkiye'ye de yansıyan birçok kaos var. Göç hareketliliğinin ürettiği kaos, etnik ve mezhebi gerginliklerden gelen kaos, kimlik tartışmalarından gelen kaos, cinsel kültür ve kimlik ile yükselen kaos ve dinin en temel alanlarındaki tartışmalarda gelen kaos... Bütün bu gerçeklikler güven ve emniyeti birinci derecede canlı tutuyor. İstikrara talebi yükseltiyor. İbn Haldun, toplum olmanın önceliğinden bahsederken güveni birinci sıraya koyar. Korku ve beka söylemleri bu ülkede yüzyıldır hep üretilen ve milli bayramlarla da pekiştirilen bir doktrin. Bundan da bir sıkıntı duyuyor insan. Ama öte yandan içinden geçtiğimiz dönemin ürettiği kaos ve çatışmaların da bir gerçekliği var.
Siyaset, sadece liderler, devlet, egemenler ve ideolojilerle yürümüyor. Aynı zamanda mitoloji ile yürür; yani anlamlar, semboller ve kültürlerle. Buna siyasal kültür diyoruz. Yerel ve milli varlığı dikkate almayan siyasetler burada kaybeder. Nitekim batıcı, laikçi, sol ve HDP çizgisi "Batı mitolojileri"ni tercih etti. Aile, cinsellik, gündelik yaşam konularında Türk toplumuna yabancı kaldılar. Zaten hep böyleler ve bu nedenle de düşük seviyede oy alırlar.
Erdoğan hem milli ve yerel siyasal kültürü üzerinde taşıyan hem de toplumun talep ettiği güvenliği son yıllardaki söylem ve attığı adımlarla karşılayan bir aktör. Diyarbakır'da yaptığım gözlemlerde bunu yakından hissetmiştim. Hatta HDP'nin düşme eğiliminde olacağını da ön görmüştüm. Toplum yeniden canlanmaya ve neşelenmeye başlıyor.
Muhafazakâr iktidar, sadece güvenlik talebine cevap vermiyor. Yollar, hastaneler, konutlar yapmaya devam ediyor. Özellikle Kovid-19 ve deprem ile gelen toplumsal alt üst oluşta aktif pozisyonları ile güven kazandı. Yani toplumdaki "yaparsa yine bunlar yapar" eğilimini üretti. Nitekim deprem bölgesinde, beş günlük yaptığım gözlemlerimde de bunu yakından gördüm. Muhafazakârlık ve milliyetçilik yine İbn Haldun'un başarı tezine uygun bir şekilde ortaya çıktı. Ona göre başarı asabiyet ve dinin beraberliğine dayanır. Yani milli bilinçle üretilen kudret ve din ile sağlanan moral temel.
Millet İttifakına katılan milliyetçi ve muhafazakâr liderler kendi sosyolojilerini buraya kanalize edemediler. Çünkü temsil etmeye yöneldikleri kesimlerden, (özellikle muhafazakâr olanlar) çok kopuktular. Davutoğlu'nun "ben Sünni'yim" açıklaması bunun apaçık göstergesiydi. Muhafazakâr ve milliyetçi sosyoloji, kendi siyasal kültürüne ciddi bir mesafe içinde olan bloğa yanaşmadı. "Mücahit Kılıçdaroğlu" ve "ülkücü Kılıçdaroğlu" gibi retorikler işe yaramadı.
Erdoğan, yeni siyasi koşullarda hem istikrar ve güveni sağlayan hem de "yine yaparsa o yapar" talebini karşılayan bir siyasal aktör olarak konumlandı. İbn Haldun'un yaklaşımı kazandı!