Önce şu fıtrat meselesine bir açıklık getirelim; içinde fıtrat geçen her cümle, kelime dini düşünceyi çağrıştırdığından olacak, kimi insanlar nezdinde çabucak hedefe konuluyor ve bir tür ‘gericilik’, ayrımcılık ifadesi olarak okunuyor.
Oysa fıtrat dediğimiz, “bir şeyi o şey yapan” ve “diğer her şeyden onu ayrıştıran” özdür. Dini terminoloji ile değil felsefe içinden konuşacaksak da bir fıtrattan söz etmek durumundayız, adına ‘öz’ mü diyoruz, ‘töz’ mü diyoruz, “o şeyin doğası” mı diyoruz, artık bağlama ve kişiye göre değişebilir.
İnsan da, eşya da, doğa da bir ‘fıtrat’ üzere yaratılmıştır. Nasıl ki üç beş ağaç için kıyamet kopartıyoruz, eko sistemi bozacak her müdahaleden bir toplumsal hareket örgütlemeye çalışıyoruz, insan doğasına aykırı olan konularda da aynı hassasiyeti gösterebilmeliyiz. Misal insan, doğası gereği heteroseksüeldir. Kendini böyle hissetmeyenlerin durumu, yaradılış doğasından, yani fıtrattan bir sapmadır. Bu sapma sapık anlamına gelmez, sapkın edimlere meyletmişse o başka...
Demem o ki, fıtrat üzere olmak Allahın insanı, eşyayı, tabiatı, hülasa dünyayı var ederken koyduğu kanunları zorlamamaktır. Ve Allah dünyayı eşitlik değil adalet ilkesince yaratmıştır. Eşitlik de ancak adalet ilkesinden sapmamak kaydı şartıyla yerine getirilebilir. Yani eşitlik, insanların fıtratlarının bilip o fıtratlara zulmetmeden muamele etmek yani adaletle muamele etmek suretiyle sağlanabilir.
Yine seviye yerlerde
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kadın ve Demokrasi Derneği’nin (KADEM) düzenlediği 1. Uluslararası Kadın ve Aile Zirvesi’nde yaptığı konuşmada dile getirdiği bir husus, tıpkı önceki hafta “Amerika’ya önce Müslüman denizciler ulaştı” sözü nasıl son derece sığ, yerleşik ezberlerle karşılandıysa yine öyle ele alındı. “Eşdeğer” ifadesi, hayata “değer” merkezli bakmayanlar tarafından anlaşılamadı, anlaşılmadığı için de hücuma uğradı.
Anayasasında kadına pozitif ayrımcılık tanıyan bir ülke Türkiye. Bu ilke Erdoğan’ın başında olduğu hükümetin hazırladığı anayasa değişiklik paketiyle birlikte yürürlüğe girdi.
AK Parti hükümetlerinde Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlarının hemen hepsi kadın istihdamının artırılması, kız çocuklarının başta başörtüsü yasağı olmak üzere eğitimde önlerine konulan engellerin kaldırılması, kadının sosyal hayattaki yerinin yükseltilmesi ve iş hayatında kadını dezavantajlı kılan hususların giderilmesi doğrultusundaki politikaların öncüsü oldular.
İspanya gibi bir ülke de bile eşit işe eşit ücret uygulamasına hala geçilememiş olduğu, aynı işi yapan kadınların daha düşük ücret alabildiğini de not edelim.
Başörtüsü yasağı ve eşitlik
Başörtüsü yasağını kadına yönelik bir ayrımcılık olarak görmeyenlerin bugün çıkıp da “Hepiniz evinize dönün” gibi müptezel laflar etmeleri dar kafalılıklarının, yobazlıklarının ve nefretlerinin bir ifadesi, hepsi bu kadar.
Ayrıca Müslüman toplumların kadın hakları konusunda karnesinin nasıl olduğunu hepimiz biliyoruz, dinle değil dinin erkek egemen yorumuyla ve bunun yanı sıra sömürgeciliğe varıncaya kadar başka pek çok etmenle alakalı olduğunu da...
Fıtrata mugayir olanın ne olup olmadığını anlamak isteyenler Hz. Hatice’nin hayatına bir baksınlar, Hz. Hatice Peygamberimizin biricik eşiydi ama bunun yanı sıra ona kendisine gelenin vahiy olduğunu söyleyendi, elinden tutup onu amcaoğluna götüren öncü kadındı. Dirayetli, yönetici, karar verici bir kadın. Bir dava kadını, bir eylem kadını...
Eşitliği tesis edebilecek olanın ancak adalet olduğunu anlayamayanlara değil lafım... “Hz. Hatice’ye eşdeğer olabilmek” bu ilke ile hareket edebilsek ne mutlu bize...