Türkiye, günlerdir bu konuyla çalkalanıyor. Siz bu satırları okurken, muhtemelen onlarca, yüzlerce duyarlı alimimiz harıl harıl reddiye yazıyordur. Beni ise, böyle durumlarda bir korku alır, yine bir yerlerimizi koparıp götürecekler diye. Hiç şaşmayan bir kuraldır: Kritik zamanlarda Müslümanların en duyarlı kesimini oluşturan alimleri oyalamak için ya kuru retoriklerle övüyorlar ya da bir psikolojik savaş taktiği olarak içeriden ve dışarıdan en kaba sözlerle İslam'ın kutsallarına saldırıyorlar. Şaşırtıcı olanı, alimlerimizin her seferinde, hiç sektirmeden bu tuzağa düşmeleri...
Müslümanlardan diyelim ki bir şey almak istiyorlar veya kendileri açısından çok karlı bir anlaşma imzalamanın arifesindeler. Gelsin övgüler. Başta peygamberimiz olmak üzere, İslam'ın bütün değerlerini yücelten söylemler, demeçler medyayı doldurur. Mesela Osmanlının, Almanların yanında birinci dünya savaşına girmesi gündemde iken, Alman imparatorunun, peygamberimize yönelik övgü dolu sözleri unutulur gibi değil. O zamanki alimler mest olmuşlardı. O sırada Almanya'nın bizdeki adı "mübarek Almanya" idi nitekim.
Yine yakın geçmişte, Sovyet yayılmacılığına karşı, Amerikan yayılmacılığının kontrolünde bir yeşil kuşak projesi gündemdeydi. O günlerde basın yayında ihtida haberlerinden, İslam'a yönelik övgülerden geçilmiyordu. Hemen hemen her gün, Müslüman olan bir ünlüye ilişkin haberleri okurduk gazetelerde. Kaptan Kusto mu dersin, Neil Armstrong mu dersin?!... Sovyet tehdidi, daha doğrusu Sovyet diye bir şey kalmayınca, bu tür güzellemeler de bıçakla kesilir gibi kesildi. Sonra görüldü ki ne Kusto Müslüman olmuş, ne de Armstrong ayda ezan sesini duymuş. ABD de bölgeye yerleşmişti bu arada.
Yergi ise, daha çok Müslümanlarla savaştıkları, onları kuşattıkları dönemlerde gündeme gelir. Hendek savaşından biliyoruz. On bin kişiden oluşan bir müşrik ordusu Medine'yi kuşatmıştı. Kur'an'ın ifadesiyle "yüreklerin gırtlağa dayandığı" bir savaş yürütülüyordu. İşte bu süreçte Medine içindeki Yahudiler çeşitli fitneler çıkarıyor, moralleri bozacak şayialar yayıyorlardı. Peygamberimizin şahsına, İslam dinine yönelik çirkin ifadeler kullanıyor, hakaretler ediyorlardı. Bu yüzden peygamberimiz, şehri savunmak durumunda olan ordusunun bir bölümünü bu fitneyi kontrol etmeleri için şehre geri göndermek zorunda kalmıştı. Bu, savunmaya odaklanmış Müslümanların dikkatini dağıtma, enerjilerini boşa harcatma, morallerini bozma taktiğiydi.
Nitekim bu taktiğin aynısını, birinci dünya savaşı sürecinde de görüyoruz. Başta Payitaht İstanbul olmak üzere, İslam coğrafyası bir baştan bir başa işgal edilmiş, umutlar tükenmiş, "yürekler gırtlağa gelip dayanmıştı". Müslümanları derleyip toparlayacak, onları motive edecek, direnişi örgütleyecek kimseler de kuşkusuz Müslüman alimlerdi. Müslüman alimlerin asli görevlerini bir kenara bırakıp enerjilerini heder edecek bir mevzu uğruna tüketmeleri gerekiyordu. Anglikan kilisesi, bu süreçte peygamberimizin evlilikleri, birden fazla kadınla evlenmeye izin verilmesi veya peygamberin güya küçük (!) yaştaki Hz. Aişe ile evlenmesi gibi konuları gündeme getirerek, bugünkü gibi, ortalığı velveleye vermişti. Hindistan'dan Mısır'a, Bağdat'tan İstanbul'a alimlerimiz harıl harıl reddiyeler yazmak, bilimsel cevaplar vermekle meşgul oluyorlardı. Bu sırada Hindistan gitmiş, Mısır yutulmuş, Bağdat çökertilmiş, İstanbul işgal edilmiş, Müslümanların ırzı çiğnenmiş, ülkeleri sömürgeleştirilmiş, evlatları köle pazarlarına düşmüş... Kimsenin dönüp bakacak mecali kalmamıştı. Sadece Bediüzzaman, Anglikan kilisesinin bu taktiğini anlamış ve "size bir cevabım var, o da yüzünüze tükürmek" mealinde bir söz söylemişti.
Bu günlerde de İslam'ın, Müslümanların izzetini, şerefini savunan küçücük bir kara parçası olan Gazze, Medine'yi saran müşrik ordularını andıracak şekilde çağdaş Siyonist zalimler tarafından kuşatılmış. Müstevliler, bu onurlu Müslümanlara envaiçeşit ölümleri tattırıyorlar. Bir kez daha "yürekler gırtlağa dayanmış". Ülkemizde ise, Benu Kurayza Yahudilerinin hendek savaşındaki rollerini andıracak şekilde bir takım hoca kılıklı, akademisyen ünvanlı şaklabanlar, İslamî değerlere hayasızca saldırıyorlar. Peygamberimizin evliliklerini dillerine doluyorlar. Kuşkusuz bunlar, yüreğimizi parçalayan girişimlerdir. Ama alimlerin, asıl kuşatmayı yarmaya yoğunlaşmak yerine, bu iş birlikçilere cevap yetiştirmeye çalışmaları, tek kelimeyle, katliamı gözden kaçırma amaçlı taktiğin tuzağına düşmek anlamına gelir. Bunlara verilecek tek cevap, Bediüzzaman gibi yapmaktır. Yüzlerine tükürmek.