Bu bir “Hüseyin Gülerce savunusu” değildir... Hüseyin Bey’in, medyadaki bazı ahlaksızların saldırılarına karşı sergilediği üstün performans, zaten bir “savunu”yu gereksiz kılıyor.
Şunu merak ediyorum:
Neden “koro halinde” saldırıyorlar?
Ne oldu ki?
Ortaya, Hüseyin Gülerce’nin sorumluluğunu artıracak yeni bilgiler, yeni bağlantılar, kumpasları doğrudan ona yazacağımız yeni kanıtlar mı çıktı?
Ne oldu ki?
Ergenekonve Balyoz müştekilerini anlarız(kendi adıma, anlıyorum), Gülerce’nin nedametini ya da özeleştirisini yetersiz bulmuşlardır; daha fazla “empati” bekliyorlardır.
Mümkün...
Peki, bu karşıtlaşmada “üçüncü şahıs” konumunda olanların sistematik saldırılarını nereye koyacağız?
Efendim, Hüseyin Gülerce “ben tek atımlık mermiyim” demiş, sürekli hocasını ve örgütünün kumpaslarını savunmuş.
E, siz de bu örgütün kumpaslarını savundunuz...
Hüseyin Gülerce, 17/25 Aralık girişiminden sonra, önce bir kafa karışıklığı yaşadı, sonra da “örgütünün” darbeci kimliğini keşfedip, sorumluluk sahibi her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının yapması gereken şeyi yaptı, örgütüyle bağını kopardı.
Hiç değilse bunu yaptı...
Siz, FETÖ’nün darbeci kimliği deşifre olduktan sonra bile, bu örgütün ürettiği kirli malzemeleri kullanmaya devam ettiniz.
Hürriyet gazetesinin bütün “haberlerini” ve köşe yazılarını tarayın, başta “Hüseyin Gülerce bizimle kafa mı buluyor?” diye soran “çapsız” olmak üzere, neredeyse bütün Hürriyet yazarları (ve muhabirleri), “FETÖ yancısı” kıvamında yazılar döktürmüşler: Kafa bulmalar, satır aralarına sinmiş ahlaksız imalar, içinde “sıfırlama” ifadesinin geçtiği tahammülfersa yakıştırmalar...
Hepsini siz yaptınız...
FETÖ’nün “darbeci kimliği” deşifre olduğu halde, bir FETÖ darbesinin siyasal/ideolojik altyapısını oluşturacak bütün malzemeleri tedavüle sürdünüz, elinizden gelen her melanetleri sergilediniz.
Mesela, "Hüseyin Gülerce bizimle kafa mı buluyor?" diye soran çapsız şöyle yazmıştı: "Top, tank, bomba, zor kullanmaya yetecek miktar ve çapta silah yok. 17/25 Aralık nasıl oluyor da darbe girişimi olabiliyor? Diyelim ki Zekeriya, Celal, Ali Fuat isimli şahıslar kafayı kırıp darbe yapmaya karar verdiler. Bunların topu, tüfeği, tankı mı var? Bunların silahlı kuvvetleri mi var? Bunların memleket yönetimine el koymalarının yasal dayanağı mı var? Bunların karşısında korkup ürkecek ve bunlara boynunu uzatacak bir ahali mi var? Nasıl ve neyle yapacaklar darbeyi?" (Şahıs diyecek ki, “İyi ama ben bu görüşlerimi sonradan tekzip ettim...” Ettin de, Hüseyin Gülerce senin tekzibinden önce “17/25 Aralık operasyonu bir darbedir” diyordu.)
Hiçbirinizden bir “özeleştiri” duymadık.
FETÖ’nün tayin ettiği gündem içinde debelenen gazeteciliğinizle ilgili hiçbirinizden “nadim” olduğunu beyan eden bir açıklama okumadık.
Dün, bu köşede, darbeden altı ay önce, görev addedip FETÖ’nün toplantısına koşan “aydınların” listesini vermiştim.
Hâlâ o aydınlarla iş tutuyorsunuz.
Hâlâ o aydınların gösterdiği çığırda "muhalefet rolü" oynuyorsunuz.
Bir başka gazetenin, hangi yazısını ayık kafayla yazdığını bilemediğimiz bir yazarı da, “Hüseyin Gülerce bekledi, 30 Mart seçimlerinin sonucunu görünce kamp değiştirdi” diye yazmış.
Hadi diyelim ki Hüseyin Gülerce bekledi.
Uyanık...
Sen hâlâ “sinik” ve “örtülü” bir dille darbeye “meşruiyet” arıyorsun, “mağduriyet” edebiyatının rahatlığına yaslanarak darbenin gerekçesi olarak gösterilen temalar üzerinde tepiniyorsun.
Sen niçin “15 Temmuz direnişinin yanında olmak uyanıklığını” göstermedin, göstermiyorsun?
Sen neyi bekliyorsun?