Siyaset biliminden nasibini alamamış sözde kanaat önderlerinin kalem oynattığı bir ülkede, medyanın, (Bkz: “Vekalet Savaşı’nın ön cephesi: MEDYA...STAR, 2 Mayıs 2016) kendi ülkesine karşı dış güçlerin 5’inci kolu gibi saldırdığı bir dönemden geçiyoruz. Çok yönlü bir saldırı bu: Bir yanı, TSK’yı, meşru siyasi otoriteye karşı darbeye kışkırtmaya çalışıyor, diğer yanı, PKK ve FETÖ gibi ulusal güvenlik için ağır tehdit oluşturan yapılarla mücadelede kararlılığı çökertmenin peşinde...
Yürütülen kampanya, doğrudan halkın algılarına dönük, bu nedenle, tüm kurum ve kişileri “itibarsızlaştırarak” küresel güçlerin manevra alanını genişletmeyi hedefliyor.
Mustafa Kemal açık örnektir...
Bugün üzerinde tartıştığımız ünlü Sykes-Picot Anlaşması’nın Anadolu’ya yansıyan yüzü olan Sevr Anlaşması’nı tarihe gömmek için yola çıkan Mustafa Kemal, 97 yıl önce bugün, Samsun’a ayak bastığında Osmanlı’nın verdiği tüm askeri rütbelerini de geride bırakmıştı. Halk onu, Erzurum-Sivas Kongreleri’ni topladığı, Ankara’da Meclis’in kurulmasına ön ayak olduğu süreçte, yine, “Paşa” olarak andı ama, o, bir kurtuluş mücadelesinin milletin ortak iradesi ve kararlılığı ile yürütülebileceğini çok iyi biliyordu.
“Kuvayı Milliye Ruhu”askeri değil, sivil bir duruştur. Savaş, Meclis’in iradesi ve denetiminde sürdürülmüştür. O Meclis, Yunan ordusunun Kütahya-Eskişehir muharebelerinde ilerlemesinin durdurulamaması üzerine 3 Ağustos 1921’de İsmet İnönü’yü Genelkurmay Başkanlığı’ndan azletmiş, yerine Fevzi Çakmak’ı getirmiş bir “gazi meclis”tir. Türk tarihinin gerçek anlamda “var olma” savaşı olarak kabul edilen Sakarya Savaşı’nda Fevzi Çakmak’la birlikte ordulara komuta eden Mustafa Kemal’in öncelikli rütbesi “meclis başkanı”dır, devamında yine genel kurul kararıyla “başkomutan” yapılmıştır.
Bu durumu Nutuk’ta şöyle anlatır: "Sakarya muharebesi neticesine kadar, bir rütbei askeriyeyi haiz değildim. Ondan sonra, Büyük Millet Meclisince Müşir (mareşal) rütbesi ile Gazi unvanı tevcih edildi....”
Nafile çaba: Darbe kışkırtıcılığı...
Ordunun sivil kontrolüne ilişkin tüm çalışmalar tek gerçeği gösteriyor, bugüne kadar çok yazdım, tekrarlayayım: “Dış tehdit” algısı yüksek ordular, milletin meşru siyasi iradesini temsil eden sivil otoritenin emrinde çalışmayı önemle tercih ederler.
Milletin bekası ile ilgili bir sorun karşısında 5 generalin bir araya gelip, bütün millet adına karar vermesi, tarih önünde hesabı verilemeyecek kadar büyük bir vebaldir. Gazi’nin, Meclis denetiminde savaşı sürdürmesinin perde arkasındaki açık gerçek de budur. Bu ülkenin Soğuk Savaş yıllarında yaşadığı “Pentagon bağlantılı” darbeler, Gazi’nin cumhuriyetin kuruluşunda oluşturduğu ilkelere ihanettir. 27 Mayıs’ta, genç subayların, Kurtuluş Savaşı’nın kahraman askerlerinden dönemin Genelkurmay Başkanı Org.Rüştü Erdelhun’a reva gördükleri muamele, aslında, o ilkelerin askıya alındığı andır. Bu, şimdi medyadaki köşe yazarları aracılığıyla yapılıyor!
Bu nedenle... Özellikle Hilmi Özkök, Necdet Özel ve şimdi de Hulusi Akar’a öfke duyanlara net ifade edeyim: Darbe, Türkiye’nin gündeminde yoktur, olmayacaktır, TSK’nın kurmayları, aklı başında, dünyanın gerçeğini kavramış askerlerdir.
Lozan zorlanırken Meclis önemlidir...
“Yeni Sykes-Picot”tartışmalarının diğer anlamı, küresel güçlerin Lozan’ı ortadan kaldırma ve Sevr’i yeniden uygulama çabasıdır, Türkiye, 100 yıl önceki hesaplaşmanın benzeriyle karşı karşıyadır. Sembolü, Brüksel’in ortasına kurulan çadırdır.
Bu mücadelede, Meclis, yani meşru siyasi otorite esastır, 7 Haziran’da Meclis’in milli istikrarının hedef alınması, devamında “milli sorunda” yaşanılan AK Parti-MHP yakınlaşması, MHP’nin içinin karıştırılmaya çalışılması da asla tesadüf değildir. Meclis, küresel güçlerin Vekalet Savaşı çerçevesinde piyon olarak kullanılan bir örgütün içindeki uzantılarına “dokunulmazlıkların kaldırılması” ile yanıt vermenin kararlılığını da bu nedenle sergilemektedir.
“Atatürkçü”olduğunu ileri süren kesimin, ordu, Suriye-Irak sınırında büyük bir savaş verirken, sudan sebeple Orgeneral Akar’ı hedefe oturtması, Atatürk’ün kurduğu partinin “o parti” ile sergilediği ittifak görüntüsü vahimdir.
“Hulusi Bey”den ricam, bütün bu saldırıları ve TSK üzerine oynanan oyunları Vekalet Savaşı’nın olağan cephe manevraları olarak görmesidir. Muhtaç olduğu rota, zaten, Mustafa Kemal’in “kurtuluş günlerindeki” öyküsünde mevcuttur...