Sanıyorum bugün şu iki haberle başlamak gerekecek; birincisi kötümserliği ile tanınan ve bunun için kendisine ‘doktor kıyamet’ denen uluslararası yatırım uzmanı Marc Faber, ABD’nin içinde bulunduğu hükümetin kapanması ve borç tavanı sorununun, Amerikan Merkez Bankası’nın, (Fed) tahvil alımını artırabileceğini söyledi. Faber, sorunun aslında bir sistem sorunu olduğunu söylüyor ki, bu vurgu çok önemli. Obama’nın bu anlamda, Cumhuriyetçi oligarşiye-çay partisi kliği dahil olmak üzere- direndiğini ve yeni bir dönemi başlatmak istediğini söyleyebiliriz. Clinton bunu yapamamış ve Bush’a iktidarı teslim etmişti. Obama ise direniyor. Bu çok önemlidir, ABD’de Obama önderliğinde Demokratların bu direnişi tabii ki Türkiye’de AK-Parti’nin özellikle, 2008’den itibaren vesayetçi oligarşiye direnmesinden, Brezilya’da Lula’nın devam ettiricisi Dilma’nın mafyalaşmış diktatörlük artığı sermayeye direnmesinden ayrı değildir. Ama hem Türkiye’de hem de Brezilya’da var olan seçilmiş iktidarların, reformlarına ve demokratikleşme adımlarına karşı çıkan, eski tekelci sermaye yapıları, ABD’de Obama’yı, hükümeti kilitleyerek, etkisizleştirmeye çalışan eli kanlı neoconların suç ortağıdır, bunu da bilelim.
Türkiye’nin şansı
Buraya bağlayacağımız ikinci haber ise, Ağustos ayında Almanya’nın fabrika sibarişlerinde ve bizim sanayi üretimde gerçekleşen beklenmedik düşüş. Almanya’da sanayi üretiminin geriye gitmesinin mevsimsel değil, kalıcı ve yapısal bir trend olacağını öteden beri söylüyoruz. Üstüne üstlük ABD dolarının, ABD’deki kapanma ve borç tavanı gibi sorunlar yüzünden euro karşısında düşük kalacak olması, euro bölgesi ihracatını ve tabii Almanya’yı vuracak. Bu çercevede Euro bölgesinde toparlanmanın güç ve geç olacağını söyleyebiliriz. Bu durumun Türkiye için hem olumlu hem de olumsuz etkileri var. Euro’nun gereğinden fazla fiyatlanması Türkiye için avantaj; dolar/TL seviyesi-1.95-1,98- seviyelerinde stabilize kazanırsa Türkiye bu avantajı, ihracat rekabeti için, kullanabilir. Ancak euro bölgesinde ve Almanya’da toparlanmanın uzaması ve hele Almanya merkezli yeni bir resesyon tehlikesi ihracatımızı olumsuz etkiler. Bu durumda, Türkiye Ortadoğu’da, özellikle Irak’da, pazarı açacak siyasi hamleleri de yapmalıdır. Ağustos ayındaki sanayi üretimindeki düşüş, ikinci çeyreğin sonundan itibaren hızlanan belirsizlik ortamı ve ikinci çeyrekte artan stokların devreye girmesiyle açıklanabilir; bundan dolayı konjoktürel ve istihdam üzerinde kalıcı etkisi olmayacaktır ama bu, bize sanayi üretiminin kırılganlığını ve burada yapmamız gerekenler olduğunu da anlatıyor.
IMF’nin yalanları
Bütün bu verileri ve olan biteni yan yana koyduğumuzda Türkiye’nin 2012 yılında ne büyük bir fırsatı teptiğini de görmüş oluyoruz. Eğer ki 2012 yılında, IMF’nin söylediklerine benzer bir ‘geriye dönüşle’ büyümeyi düşürmeseydik, bugün çok daha farklı bir yerdeydik.
IMF’nin madde 4 kapsamında yaptığı görüşmelerin nihai raporu geçen hafta yayınlandı. Burada IMF, 2012 yılını yere göğe koyamıyor. Birinci paragraf şöyle başlıyor: ‘ 2012 yılında yetkililerce uygulanan politikalar, ekonominin yeniden dengelenmesinde memnuniyet verici sonuçlara ulaşılmasını sağlarken, işsizliğin de düşük seviyede tutulmasına imkan vermiştir.’ Bu cümleyi bu arkadaşlara hangi bilgi ya da hangi yönlendirme yazdırdı bilmiyorum ama gerçekte bunun tam tersi olmuştur. 2012 yılında uygulanan-IMF’nin övdüğü- yanlış politikalar, işsizliği yukarı çekmiş, büyüme ve bunu oluşturan alt kalemlerde, başta sanayi üretimi ve ihracat olmak üzere ciddi zafiyetlere yol açmıştır. İşte bu zafiyetler, bu yıl ikinci çeyrek sonunda ve üçüncü çeyrek başında yaşanılan iç siyasi ve dış ekonomik koşulların ekonomiye daha fazla yansımasına yol açmış ve kırılganlığı artırmıştır. Bugün piyasalarda görünen nakit darlığının ve artan borçluluk oranlarının da nedeni 2012 yılında yapılan yanlıştır.
Türkiye, 2012 yılında, hem faizleri gereğinden fazla yüksek tutatak hem de gereksiz bir para sıkılaştırmasına giderek, büyümeyi suni olarak düşürmüş ve bu yanlış, işsizliğin 2012 yılında yeniden çift haneli rakamlara ulaşmasını sağladığı gibi, sanayi üretiminde ve ihracatta ciddi gerilemelere neden olmuştur. Çünkü yüksek faiz ve gereksiz değerli TL, ihracatı yavaşlatmış, ithalatı yukarı çekmiştir, bu da Türkiye’nin dış ticaret dengesini bozan bir gelişme olmuştur. Ancak hem TCMB hem de ekonomi yönetimi, (Burada Başbakan’ın etkisinin belirleyeci olduğunu düşünüyorum) bunun bir hata olduğunu 2013 başında görmüş ve TCMB, yeniden düşük faiz, gerçekçi kur uygulamasına geçmiş ve geleneksel enflasyon hedeflemesi ile birlikte, çok yönlü ve kriz dinamiklerine yanıt verecek bir para politikası çerçevesini uygulamaya başlamıştır. Bugün gelinen noktada TCMB’nın, ağırlıklı olarak, 2013 başından itibaren uygulamaya başladığı bu politikanın başarılı olduğunu görüyoruz. Öte yandan IMF, raporunda daha da sıkılaştırılmalı diyerek eleştirdiği maliye politikalalarının başarısı bütçe rakamlarına yansımıştır. Burada da gözle görülür bir iyileşme vardır.
Teknotrat hükümet çabası
Şimdi Türkiye, 2013 başından itibaren, IMF’nin salık verdiği gibi, geneleksel neoliberal sıkı para ve maliye politikalarına devam etseydi ne işsizlik bu seviyede olurdu ne enflasyon ne de bütçe... IMF’nin dediğini yapsaydık faizler yükseleceği için, şirketlerin finansman maliyeti artacak bu da enflasyonu yukarı çekecekti. Yine yüksek faiz, kısa vadeli sermaye girişlerini artırıp TL’sını gereksiz değerlendirecek ve bu da ihracatı düşürüp, ithalatı daha da yukarı çekecek ve dış ticaret açığını artıracaktı. Sonuçta, enflasyon ve işsizlik birlikte artacaktı. 2012 yılında başgösteren nakit darlığının piyasalara yansıması bugün dayanılmaz seviyerde olacak; ve biz reel alanda yeni bir 2001 yaşamaya tam bu günlerde başlayacaktık. Ve teknotrat bir hükümet tezgahı devreye, tam şimdi, sokulacaktı.
Hedef Başbakan’dı
Açık söyleyeyim; bizim 2013 Mayıs sonunda başladığını sandığımız olaylar zinciri, aslında 2012 başında ekonomide yapılan yanlışlarla başlamıştı. İşte bunun için IMF telaşla 2012’ye geri dönün, hata yapıyorsunuz diyor. Türkiye, bu tuzağı görmelidir; hükümete -daha çok Başbakan’a- darbe girişimi 2012 yılında, IMF reçetesi benzer politikalara geçilerek başlamıştır. Gezi bunun tuzu, biberidir.