Son günlerde yine moda oldu, hatta bana sorarsanız şimdiden demode oldu. Deniyor ki, hükümet, reformcu kimliğinden uzaklaştı...
Bu çerçevede, Başbakan Erdoğan’ı ve hatta doğrudan Türkiye’yi hedef alan çeşitli eleştiriler ve saldırılar söz konusu. Hem içeriden hem de dışarıdan gelen bu eleştiri ve saldırılar, kafaları karıştırmış durumda.
Bu eleştirilerde bir haklılık payı olup olmadığını anlamanın çok basit bir yöntemi var: Kimin ne dediğine değil, somut olarak hükümetin ne yaptığına bakmak.
Otoriterleşme mi, reformculuk mu?
Doğrudan konuya girersek: Erdoğan hükümetlerinin bugüne kadar kimsenin çözmeye cesaret edemediği Türkiye’nin iç sorunlarını çözme konusunda en cesur adımları, tam da otoriterleşme eleştirilerinin arttığı son birkaç yılda attığı görülmektedir. Yani, “otoriterleşme” denen zaman diliminde reformcu kimlikten uzaklaşma değil, tam tersine, şu ana kadarki en cesur reform adımlarının atıldığını görüyoruz.
Fazla uzağa gitmeye gerek yok.
İki yıl önce, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa seçmeli din eğitiminin önü açıldı.
Milli Güvenlik Dersleri, yine aynı dönemde kaldırıldı.
Çözüm Süreci, başlatıldı. Kürt sorununda birçok ezberi bozdu ve bozmaya da devam ediyor.
Son bir yıl içerisinde, okullarda öğrencilere zorla okutulan andımız, zorunlu olmaktan çıkarıldı. Memurlara başörtüsü serbestliği geldi. Özel okullarda ise Türkçe dışındaki dillerde eğitimin önü açıldı.
Bütün bunlar, insan hakları, özgürlük ve demokrasi adına önemli reformlar değil de nedir?
‘Kart, Kurt, Kürt’
Geçen hafta, Türk Dil Kurumu (TDK), Türkçe-Kürtçe sözlük (ferheng) yayımladı.
Bugüne kadar varlığı resmen inkâr edilen bir dil, bugün artık resmen tanınmakta ve yaşatılmasına destek verilmektedir. Düne kadar yok sayılan, “dağlı Türklerin karda yürürken çıkan kart, kurt, kürt diye çıkardıkları sesler” vs saçmalıklarına konu olan Kürtler, artık taleplerini rahatça ifade ediyorlar.
Bu adımların her birinin ne derece önemli olduğunu, yıllarca ret ve inkâr politikalarına maruz kalan insanlar çok iyi bilirler.
Kürtçe konuştuğu için öğretmenlerinden fiziksel ve psikolojik şiddet gören çocuklar...
Türkçe bilmediği için öğretmenlerinin yönlendirmesiyle diğer çocuklar tarafından yüzüne tükürülen çocuklar...
Yeterince Türkçe bilmediği için kendini ifade edemeyen ve bundan dolayı sınıfta altını ıslatan, ayaklarından tutulup başlarına vurulan çocuklar...
Bu çocukların hepsi yakın zamana kadar Türkiye’nin ve eğitim sisteminin realiteleriydi. İlgili okuyucular bu örnekler ile daha hazin ve yaşanmış öyküleri, Ufuk Coşkun’un “Kürdüm, Doğruyum, Çalışkanım” adlı kitabında (Kaldırım Yay., 2014) ayrıntısıyla okuyabilirler.
Erdoğan nefretiyle bakışı ve zihni bulanmış kişiler ne derse desin, son yıllarda ve haftalarda atılan bu adımlar, Türkiye Cumhuriyeti için tarihi reformlardır. Dersimli bir Kürt siyasetçinin “demokrasi kılıfı içinde andımızı da kaldırdılar” diyerek andın kaldırılmasını eleştirmesi, daha reformcu bir çizgiyi değil, daha statükocu ve şizofrenik bir çizgiyi temsil etmektedir!
Normalleşme sürmektedir. Daha da sürmelidir. Zira ciddi sorunlarımız hâlâ vardır ve bundan dolayı, reform ihtiyacı devam etmektedir.
Bu arada, TDK’nın yayımladığı ferheng hayırlı olsun.