Ümit İzmen dün Radikal’deki köşesinde TÜİK’in Hane Halkı Bütçe Anketi üstüne kopan fırtınayı yazdı. Hatırlarsınız, geçtiğimiz günlerde Defne Samyeli anketin özel hayatına müdahale niteliği taşıdığını söylemiş, soruları cevaplamayacağını, dava açacağını ve hakkını savunacağını açıklamıştı.
Bunun üstüne de kıyamet kopmuş, Diyanet İşleri Başkanlığı bile bu vesileyle eleştirilerden nasibi almıştı. İzmen yazısında gösterilen reaksiyonların anlamsızlığına değiniyor ve dünyanın her yerinde enflasyon hesaplamalarının böyle yapıldığını anlatıyor.
***
İzmen, gazetecilerin, yazarların, akademisyenlerin düşünmeden ve bilmeden tepki vermelerinden yakınıyor. Kendisine yöneltilen eleştirilerin sığlığından söz ediyor. İktidarın doğru yaptığı şeylere doğru demesini hazmedemeyenlere kızıyor.
Gerçekten de Türkiye’de başka nedenlerle iktidara tepki duyanlar, iktidarın her yaptığını yanlış buluyor, eksiğini ve gediğini arıyor. Bazen aynı insanın yazılarını ya da konuşmalarını arka arkaya koyduğunuzda hangi görüşün müellifini temsil ettiğini anlamakta zorlanıyorsunuz.
Bir gün Kürtlerle iyi geçinelim diyen birisi, ertesi gün Kürtlerle çok iyi geçiniyoruz diye şikayet edebiliyor. En ufak bir zorlamadan, en ufak bir siyaset değişikliğinden sınırsız anlamlar çıkartılıyor. Irak hava sahasını özel uçuşlara kapattı diye Türkiye’nin politikasının iflası ilan ediliyor.
Bir kaç telefon görüşmesiyle sorun aşılınca da kendi bakış açılarının hatasını örtemeye yönelik yan hipotezler üretiliyor. En çok başvurdukları kavram da “kafa karışıklığı”. Basınımız anlayamadığı, anlamlandırmadığı her şeyi kafa karıştırıcı bulup işin içinden çıkıyor.
Bu hükümetin her şeyi doğru yapmadığı gerçek. Ama her şeyi hatalı yaptığını da söyleyemeyiz. TÜİK anketine olmayan anlamı yüklersek, milyarlarca dolarlık ve Kürtler ile Türkleri birbirine bağlayacak bir projeye diğer menfaat sahiplerinin yönelteceği her eleştiriden bu denli etkilenirsek yerimizde sayarız.
Türkiye, tabii ki değişen şartlara uyum sağlamalı, tabii ki Kürtlerle barışırken Irak merkezi yönetimini kırmamalı. Suriye’de ortaya çıkan tehditleri görmeli. İran’ın teklifini değerlendirip rejimle barışmanın yollarını aramalı. İran’ın dünya siyaset sahnesine girişinin doğuracağı sonuçları iyi okumalı.
Listeyi uzatırsak: Türkiye Kürt sorununu çözmeli, soykırım meselesinde önyargılarından kurtulmalı, Heybeliada Ruhban Okulu’nu açmalı, ifade özgürlüğünü tam olarak sağlamalı. Ancak bu sorunlar var, Bağdat küser ya da Amerika kızar diye Türkiye çıkarlarından da fedakarlık etmemeli.
Bizim gibi dışarıdan bakanların da en az Hükümet kadar tutarlı olması gerekiyor. Başbakan Erdoğan’ı da, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu da, Enerji Bakanı Yıldız’ı da eleştirelim. Ama eleştirimiz belli bir kritere otursun. Bir gün ak dediğimize ertesi gün kara demeyelim.
En ufak dalgalanmadan, başkasının bizi yönlendirmek amacıyla ortaya attığı iddialardan etkilenmeyelim. Unutmayalım ki boru hatları gibi büyük projeler kolay gerçekleşmiyor. Bazen dostlarınızı bile kırabiliyorsunuz. Bazen de büyük bir devleti karşınıza alabiliyorsunuz.
1990’lı yılların başında Bakü-Ceyhan hattının inşaatı öncesinde de benzeri dalgalanmaları, hatta bundan çok daha ciddilerini yaşamıştık. Türkiye 1994 yılında çıkarttığı bir tüzükle Boğazlarını fiilen büyük petrol tankerlerine kapatmış, Rusya’yı ve pek çok petrol şirketini karşısına almıştı.
***
Bana kalırsa Türkiye o zamanlar pek çok da hata yapmıştı. Ama eğer hata yapmaktan korkup geri adım atsaydı, Azeri petrolü şimdi Novorossisk üstünden dünya pazarlarına ulaşırdı. Trakya bypass’ı inşa edilse dahi, Azerbaycan-Türkiye ilişkileri bu durumda olmaz, Azeri şirketleri büyük bir olasılıkla Türkiye’ye böylesine büyük yatırımlar yapmaya kalkmazdı.
Önemli olan ipin ucunun kaçmamasında, iktidarın ideolojik olarak körleşip hata yapmamasında, retoriğiyle kendini bağlamamasında, bölgesindeki değişimleri yanlış okumamasında. Çünkü Türkiye’yi yönetenler duygusal değil rasyonel olmak zorunda. Hisleriyle hareket edebilme lüksleri yok. Tıpkı bizlerin onları yanlış yönlendirme lüksümüzün olmadığı gibi...