Çözüm süreci, terörü devre dışı bırakmaya ve demokratik siyaseti öne çıkarmaya çalışan bir süreçtir. İmralı ile devam eden görüşmelerde ‘silahsızlandırma’ fikrinin geliştirilmesi doğal olarak kaçınılmazdır.
Bu sorunla ilişkili diğer meseleler elbette demokratik siyasetin imkan ve kabiliyetlerinin gelişmesiyle hal yoluna konulabilecektir. Bu yüzden süreci bir ‘al-ver’ veya bir taviz ilişkisi gibi yorumlamak son derece yanlıştır.
Son günlerde yalan-yanlış yorumlarla ‘korku ve kaygı’ pompalayanlar, çözümün arkasındaki toplumsal desteği zayıflatmaya çalışıyorlar. Toplumun algısıyla oynayanlar ‘bölünme, parçalanma’ gibi tezviratlarla olmayanı olacak gibi lanse ediyorlar.
Öncelikle şu hususu görmek gerekir:
Seçimle işbaşına gelmiş hiçbir iktidar halka rağmen bir adım atamaz, anayasal ve yasal düzene rağmen oldu bittiler yapamaz.
Başbakan padişah mı, halkın kabul etmeyeceği bir şeyi, nasıl verecek; hukukun cevaz vermediği bir adımı nasıl atacak?
AK Parti iktidarının siyasi anlayışı, değerleri, hassasiyetleri buna izin vermeyeceği gibi, hepsinden öte tezviratı yapılan konuların gerçekleşmesi mümkün müdür? Adı üzerinde ‘Demokratik çözüm’, demokrasi ve hukuk içinde halkın kabulüne mazhar olarak gerçekleşen çözümdür.
Ayrıca, Hükümetin görevi, PKK’nın ütopyasını gerçekleştirmek, örgütün amacına hizmet etmek değildir. Çözümden murat edilen BDP’nin siyasi projesini hayata geçirmek de değildir. ‘Silah bırakılsın da ne olursa olsun’ diye bir düşünce olabilir mi? Bunları uyduranlar milletin aklıyla alay ediyorlar...
Teröre başvuranlar demokrasi ve siyasete güvenmedikleri, bu yolla ütopyalarına ulaşamayacaklarını bildikleri için bu yönteme başvurmuşlardır. PKK, sadece o günkü demokrasi açığı sebebiyle dağa çıkmamış, demokrasiyle ulaşılamayacak hedeflere sahip olduğu için bu yöntemi seçmiştir. Yalnızca devletin değil toplumun da kabul etmeyeceği aykırı ve uçuk projeleri silah dayatmasıyla gerçekleştirmeye soyunmuşlardır.
PKK’nın örgütsel amaçlarının gerçekleşmesi, bu yöntemin yani terörün netice alması anlamına gelir ki, bu kabul edilemez bir durumdur. Bunu düşünmek bile akla zarardır. Muhalefetin ‘teröre teslim oldular’ söylemi boş laftır.
Çözüm süreci, silahla alınmak istenenlerin farklı bir yol ve yöntemle yerine getirilmesi süreci değildir.
Öcalan Nevruz günü okunan mektubunda ‘silahlı mücadeleyle istediğimizi aldık’ demedi, aksine demokratik siyasetin esas olduğu yeni bir sürecin başladığını söyledi. Bu süreçte demokrasi, hukuk ve siyaset geçerli olacak, çözüm yollarını da bu mekanizma arayacaktır.
Demokratik çözüm modellerini geliştirmesi gereken de, halkı ikna etmesi gereken de siyasi aktörlerdir.
Bugün BDP Meclis genel kurulunda istediği düşünceyi dile getirebiliyor, istediği projeleri önerebiliyor.
AK Parti’nin yerel yönetimlerden Kürtçenin geliştirilmesine kadar her düşüncesi biliniyor. Bu süreç yokken
AK Parti kendi siyasi vizyonunu ortaya koymuş, hangi meseleye nasıl baktığını açıklamıştır.
Demokratik müzakere, tartışma ve diyalog, ortak çözüm yolları bulma mekanizmasıdır. Bu çerçevede yeni anayasa da önemli bir konudur.
Silahın devre dışı kaldığı ve herkesin siyasi projelerini tartışmaya açtığı bir müzakere ortamı gerçek uzlaşıyı sağlayacaktır.
Yol ve yöntem kadar çözüm muhtevasının da makul, meşru, rasyonel ve kabul edilebilir olması önem taşımaktadır. Bu noktada ise karar mercii halkın ta kendisidir.