Türkiye’nin “Hukukla imtihanı”nın Cumhuriyet kurulduğundan beri devam ettiği bir vakıadır.
Yeni devlet, kendini topluma empoze edebilmek için Hukuk silahını kullandı. Onun içinden İstiklal Mahkemelerinin kanlı dosyası çıktı.
27 Mayıs hukuku (!) Yassıada Mahkemelerinin kanlı dosyasını getirdi.
12 Mart hukuku (!), 12 Eylül hukuku, 28 Şubat Hukuku, parti kapatma hukuku, “irtica ile mücadele” hukuku hep, hukuka özel misyonlar yükleme niteliğindeydi.
Son döneme gelindiğinde Ergenekon-Balyoz parantezi içine giren “Askeri vesayet”i tasfiye sürecinde de özel bir hukuk devreye girdi.
Şimdi o dönemi hatırlarsak, o süreçte eski “Devletçi - Kemalist” eksende siyasallaşmış yargının yerine “Camia mensubu Emniyet - Yargıç ağı”nın baş role geçtiğini görürüz.
O dönemde “hukuk ihlali”ne yönelik bütün suçlamalar, daha sonra “Paralel yapı” olarak nitelenecek olan bu “Ağ”a yöneliktir. İktidar da o “Ağ”a imkan veren, zımnen onaylayan boyutu ile suçlamaların hedefi olur.
Aynı dönemde “hukuk ihlalleri”ne yönelik bütün suçlamaları “Askeri vesayet”in ortadan kaldırılması için kimi hukuk ihlallerinin gözardı edilebileceğini düşünen liberal ya da islami çevrelerle birlikte Camia medyasının göğüslediği görülür. Öyle ki neredeyse Ergenekon-Balyoz eksenindeki davaların ana sahibi devletin hukuk yapılanması değil de, bizzat Gülen’e bağlı Yargı-Emniyet kadrolarıdır.
Yüzlerce gözaltı, tutuklama, dosya açılmadan yapılan tutuklamayı uzatma kararları, sapır sapır verilen ömür boyu hapisler, sonra alt kademe mahkemesinden gelen dosyaların Yargıtay’da otomatik onayı vs...
Gelinen noktada Hukuk kendi kendisini düzeltme arayışındadır. Bu arayışın bile gerçekten hukuk içinde olup olmadığı tartışılabilir.
İlginç olan şu ki, şu anda bile Camia medyası, bu davalardaki “Düzeltme” girişimlerini “Darbecilerin kurtarılması” diye nitelemekte, o döneme yönelik “Hukuk ihlali” iddialarını hiç önemsemiyor gözükmektedir.
Şu anda Türkiye yeni bir dönemi yaşıyor, bunun bir boyutunun Hukuk alanını ilgilendirdiği muhakkak.
Yeni dönem, “Paralel Yapı” olgusunun ülke gündemine girmesinin sonucudur. “Kumpas” tanımlaması, bizatihi Ergenekon-Balyoz davaları için söylenmiştir. “Kumpas”, özde “Hukuk kumpası”, yani hukuk ihlalleri zinciridir.
Şu anda devlet, tıpkı askeri vesayete zemin hazırlayan “Asker içindeki paralel yapı” anlamına cuntaları tasfiyeyi demokrasi için kaçınılmaz gördüğü gibi, devletin farklı alanlarındaki cuntalaşmaları ifade için kullanılan “Paralel yapı”nın tasfiyesi noktasındadır. Özellikle Yargı’da paralel yapı var mı, Emniyet’te var mı, TSK’da var mı, var mı, var mı, var mı?
Varsa ne olacak?
Paralel Yargı kendine özgü bir hukuk politikası mı uygulayacak? Kendine özgü İstiklal Mahkemesi, kendine özgü Yassıada Mahkemesi, kendine özgü bilmem ne...
Paralel Emniyet, kendine özgü bir güvenlik politikası mı uygulayacak? İstediğini dinleyecek, suç dosyası oluşturacak vs. Bu mu?
Bu değil, dendi. Ve operasyon
yapılıyor.
Operasyona hedef olan çevre, Gülen Camiası olarak biliniyor. En çok o Camia’nın medyası isyan duygularını yansıtıyor. Oradan da, mesela Ergenekon-Balyoz davaları sırasında hukuk ihlali iddialarına destek bir yana o iddiaları boğmaya çalışan sesler, şimdi isyanları oynuyor.
Ali Babacan ya da Bülent Arınç, “Aman hukuk ihlal edilmesin” gibi bir cümle kurduğunda, bunu alıp doğrudan kendi isyanları içinde harman etmeye çalışıyorlar. “Kumpas” dün kendilerine yönelik bir tanımlamaydı, “Hukuk ihlali” hakeza, bugün onları alıp iktidarla savaş malzemesi olarak kullanıyorlar.
Bu noktada Erdoğan ya da Ak Parti’ye karşı konumda olan “Hukuk çevresi” de, Camia’nın “Kumpas”ını çoktan unutmuşçasına, saftirik bir yaklaşımla, bu kampanyaya su taşıyorlar.
Bu kampanyayı satın alacak, Erdoğan ve Ak Parti hükümetlerinin dış politikadaki duruşunu kendi çıkarlarına aykırı bulan uluslararası odaklar da elbette var. Onlar da iç içe, kol kola geçmiş durumdalar.
Son söz: Aranan gerçek hukuk duyarlılığıdır, yeni bir kumpasa gelmek değil.