Bir konuda ama zor bir konuda okurlara bir soru yöneltmek istiyorum;
Türkiye’de yaşananlar, bazı olaylar, gelişmeler, demeçler karşısında “Burası Türkiye, on bin dolarlık bir ekonomi, kökleri, ayakları Ortadoğu coğrafyasında, bir bürokratik tarım imparatorluğunda, dolayısıyla demokratik hukuk devleti beklentilerimizi çok yukarıya çekmeyelim, tedrici geliş(tir)melerden mutlu olalım, mevcut duruma değil de daha ziyade trende bakalım ve iyimser olalım, onyılların, yüzyılların olumsuzlukları bir-iki hükümet döneminin olumlu icraatlarıyla temizlen(e)miyor, çok daha kötü de olabilirdik, müspet gelişmeler bizi iyimser, mutlu kılsın, olumsuzluklar karşısında eleştirilerimizi mutedil bir üslupla dile getirelim” mi diyelim?
Yoksa, “Burası Türkiye, çok köklü bir tarihimiz, devlet geleneğimiz var, NATO üyesiyiz, Avrupa Konseyi üyesiyiz, Anayasanın doksanıncı maddesinin son paragrafında AK Parti’nin 2004’de yaptığı muhteşem değişikliğe göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin TBMM’de onaylanan uluslararası sözleşmeler kanunlarımızın üzerinde, AB ile tam üyelik müzakereleri yapıyoruz, kişi başına gelir satın alma gücü paritesine göre yirmi bin dolara yaklaşıyor, dünyanın on altıncı büyük ekonomisiyiz, senelerin askeri vesayetini geriletmeyi başardık, çözüm sürecini bir noktaya getirebildik, dolayısıyla artık her alanda dünyada en üst standart neyse biz de de o olmalı, aşağısı kabul edilemez, Türkiye artık “bon pour l’Orient” bir ülke değildir, devlet adamlarımız da bu standartlara uygun davranacaklar” mı diyeceğiz, tavırlarımızı bu çizginin gerekleri üzerinden mi alacağız?
Gerçekten zor bir sorudur bu, hele Türkiye’de yaşıyorsanız, bu Cumhuriyet’in vatandaşı iseniz.
Benim, vatandaş Eser Karakaş olarak tavrım çok nettir, ben, kendi ülkemin, en üst standartlara lâyik olduğunu düşünenlerdenim “Burası Fransa mı, İngiltere mi ki böyle şeyler bekliyorsunuz?” diyenlere de içerlerim, kızarım, itiraz ederim, burası Türkiye, doğru, Fransa, İngiltere değil ama oralarda mevcut her iyi şey burada da olacak derim.
Aksini düşünüp milliyetçilik taslayanlara da güler geçerim, çünkü milliyetçilik kavramının özü ortalama bir Türkiye yurttaşının en iyi standartlarda yaşamasını, yönetilmesini beklemek, talep etmek demektir.
Geçtiğimiz hafta, Başbakanımız Sayın Davutoğlu Bingöl’de üst düzey emniyet yetkililerimize yönelik hain, kalleş saldırıda, kısa sürede cinayet zanlılarının kıstırılıp öldürülmesi sonrasında kanımca talihsiz bir demeç verdi ve “Olayın olduğu andan itibaren gerekli talimatlar verildi ve teröristler bir iki saat içerisinde cezalandırıldılar” dedi.”
“İki polisimizin şehit olduğu bu hain saldırı karşısında Başbakanımızın bu fevri demeci yerindedir, bu demecin neresine “talihsiz” diyorsun?” diye soranlar çıkabilir, açıklayacağım.
İyi yetişmiş bir sosyal bilimler profesörü olan Sayın Davutoğlu’nun da bu demeç sonrası rahatsızlık duyduğunu, “keşke başka türlü formüle etse idim” dediğini düşünüyorum ya da belki de öyle bir temenni içindeyim.
Bu demeci talihsiz bulmamın nedenini yukarıda açıkladım, temelinde, ülkem Türkiye’nin her alanda her standardın en yükseğine lâyik olduğunu düşünmem yatıyor.
Modern, çağdaş devletler yasama yargı, yürütme erk üçlemesinden ve her erkin spesifik görev ve yetkilerinden müteşekkildirler.
Demokratik hukuk devletlerinde yürütme, başında Başbakan vardır, suçluyu da zanlıyı da cezalandıramaz, cezalandırır ise buna yargısız infaz denir, hukuk devletlerinde cezalandırma yargının işidir.
Bingöl’de neler oldu bilmiyorum, bilmeme de gerek yok, şayet söz konusu olan teröristlerle güvenlik güçlerinin girdiği bir çatışmada teröristlerin ölmesi ise buna da cezalandırma denmez, dememek lazım, hatta şarttır, buna güvenlik güçlerinin nefs-i müdafaası denebilir, karşılıklı ateş açma sonucunda ölüm denebilir, başka şey denebilir ama cezalandırma denemez.
Yürütmenin, disiplin suçları dışında, ceza verdiği ve bu cezayı uyguladığı ülkelere hukuk devleti denemez, söz konusu kişiler elleri kanlı hain teröristler bile olsa.
Sayın Davutoğlu bu demeci ile neyi ifade etmek istedi bilemiyorum ama Başbakanlık düzeyinde kelimelerin daha özenli seçilmesi gerektiği kanısındayım, bırakın meselenin hukuki ve ilkesel boyutunu, bu konu suistimal de edilebilir rahatlıkla.
Tüm eleştirilerim şahsi düzeyde değil, daha nitelikli bir hukuk devleti içindir. Sayın Davutoğlu’nun bu demeci karşısında muhalefet partilerinin de sessizliği ülkemizde evrensel hukuk kulağının düzeyinin de önemli bir göstergesidir.