Suriye’de kimyasal silah kullanılması ve bunun sonucunda 1400’den fazla insanın hayatını kaybetmesi bu ülkeye yapılacak olası müdahalenin hukuki temellerinin tartışılmasına yol açtı. Çünkü bildiğiniz gibi BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan ve nefsi müdafaa kılıfına sokulmadan yapılacak bir müdahalenin hukukiliği “egemen” devletler dünyasında tartışmalı oluyor.
Aslında devletler müdahale etmek istediklerinde müdahalelerine mutlaka bir gerekçe buluyorlar. Ama istemediklerinde hukuk ve meşruiyet meselesi gündeme geliyor. Suriye de büyük devletlerin müdahaleye pek hevesli olmadıkları yerlerden biri. Kimyasal silahlar, İsrail’le coğrafi yakınlık, bölgesel komplikasyonlar müdahale yapmayı düşünebilecekleri caydırıyor.
* * *
Bir de müdahale yapıldıktan sonra Esad’ın yerine geçecek gücün kim olacağının kestirilememesi müdahale fikrinin en fazla kabulüne, ama eylemin ertelenmesine yol açıyor. Müdahale eşiğini kimyasal silah kullanımı olarak koyan Obama yönetimi nihai karar sorumluluğunu kendisine hemen her alanda karşı olmuş Kongre’ye devredip zaman kazanmaya çalışıyor.
Böylece kararlılığıyla Esad ve müttefikleri üstünde baskı kurmayı hedefliyor, öncelediği siyasi çözümün zemin bulmasını sağlamaya çalışıyor. Başarısı büyük ölçüde muhataplarının yaptıklarını okuma şekline bağlı. Eğer onlar da yapılanları bu şekilde okursa, Suriye yönetimi Obama’nın blöf yaptığını düşünürse, siyasi çözüm imkansız hale gelir. Suriye’den geriye kalanı yönetenler çözüme, yetki devrine direnir.
Sonuçta müdahale büyük bir olasılıkla yine yapılır. 21 Ağustos’ta yaşanan trajedi yüzünden olmazsa, bir başka gerekçeyle müdahale gerçekleşir. O zamana kadar da hep birlikte müdahalenin hukuki olup olmayacağını tartışırız. Soruna devlet ve çıkar merkezli bakanlar BM Güvenlik Konseyi kararına dayanmadan yapılacak bir müdahale hukuk dışı olacağını söylerler. Müdahalenin savaş suçu teşkil etmeyeceğini ancak hukuki bir gerekçesi olmayacağını iddia ederler.
Soruna insan güvenliği açısından bakanlar ise müdahaleyi savunmayı sürdürürler. Çünkü onlara göre devlet egemenliği tam da Koruma Sorumluluğu Doktrininde belirtildiği gibi bir hak değil sorumluluktur. Avrupa’yı altüst eden 30 Yıl Savaşları’nın sonunda 1648 Westphalia Barışı’yla kabul edilmiş olan egemenliğin hak olduğu kuramını 21’inci yüzyılda savunmak imkansızdır. Tüm haklar gibi egemenlik hakkı da sorumlulukla birlikte vardır.
Bu sorumluluk 2005 yılında BM tarafından düzenlenen Dünya Zirvesi Sonuç Dokümanının 138’inci paragrafında imzacı devletler tarafından “halkını soykırım, savaş suçu, etnik temizlik, insanlığa karşı işlenen suçlardan korumak” olarak açıkça tanımlanmıştır. Uluslararası toplumun bu tür devletleri uyarma yükümlülüğü olduğu söylenmiştir. Bir sonraki paragrafta da eğer barışçıl yöntemler yetmezse, BM Şartı’nın VII. Bölümü çerçevesinde yaptırım tedbirleri uygulanacağı karara bağlanmıştır.
* * *
2005 BM belgesi Güvenlik Konseyi kilitlenirse, mesela Rusya ve Çin Suriye’ye yaptırım tedbiri uygulamak istemezse, ne yapılacağını belirtmemiş. Ancak bu doktrinin BM içinde kabul görmesini sağlayan ve insani koruma sorumluluğunun lobisini yapan Müdahale ve Devlet Egemenliği Uluslararası Komisyonu (ICISS) 2001 yılında yayınladığı raporunda bölgesel örgütlerin ve koalisyonların müdahale edebilmesi gerektiğini vurgulamış.
Hatta teker teker devletleri bile raporda öngörülen koşullar yerine getirilmek kaydıyla insani trajedilere müdahale sorumluluğu altına sokmuş. Her ne kadar ICISS Raporu hukuk doğurmazsa da böylesine büyük trajedilerin yaşandığı yerlerde meşruiyet doğurmasına yardımcı olur. Bize hangi şartlar altında ve nasıl müdahale yapılabileceğini gösterir. Hangi müdahalelerin insani olduğunu belirlememizi sağlar. Tabii ki belirlemek isteyenlere...