Mustafa Balbay uzun bir cezaevi döneminden sonra serbest kaldı, hayırlı olsun. Umarız, ceza aldığı suçtan dolayı Yargıtay’da talep ettiği sonucu da elde eder ve tümüyle özgür kalır. Ve umarız bu karar aynı zamanda uzun tutukluluktan dolayı mağdur olan herkesin özgürleşmesi için içtihat hükmünde olur.
Bu tahliye vesilesiyle başa dönelim...
Mesele, darbe suçu işlemiş veya teşebbüs etmiş insanların daha çok cezaevinde kalması değil, bu geleneğin son bulmasıdır. Bu da skor peşinde koşarak, yani daha çok insanı daha çok hapiste tutarak değil; hak edilen hukuku uygulayarak olur. Başarı, toz bulutu indiğinde, bugünler geride kaldığında artık bırakın darbe tertiplemeyi, akıldan dahi geçirmenin mümkün olmadığı bir demokrasi olabilmektir.
O güne kadar elbette bazı süreçler sancılı ve tatsız geçecek. Dört askeri darbe, sayısız darbe girişimi yaşamış bir ülkenin demokrasiye geçiş öyküsü kolay olamaz, bunu da unutmayalım.
Türkiye hala, 12 Eylül ve 28 Şubat’ı yargılamaya devam ediyor. Düne kadar övülen, himaye gören, takdir edilen ve tabiatı gereği bir parçası olmakta sakınca görülmeyen geleneği durdurmak, yargı önüne çıkarmak gayet tabii ki bir travma oluşturacaktı. Bazıları bu travmayı hala yaşıyor, bazıları değişimi kabullendi, hatta bazıları da değişimin parçası olmayı başardı.
Darbeyle yüzleşmek yetmez
Güçlü ve kalıcı bir demokrasinin temel şartı, sadece darbelerle hesaplaşmak değil aynı zamanda darbesiz düzeni daha rafine bir hukuk sistemine kavuşturmaktır. Elbette bir numaralı yöntem yeni anayasadır ama olamadı...
Ancak Türkiye, 12 Eylül referandumunda kabul ettiği 26 maddelik değişiklik ve öncesi sonrasında kanunlaştırdığı demokrasi paketleriyle bu ilkeyi bir şekilde gerçekleştiriyor.
Bugün Balbay’ı serbest bıraktıran süreç 12 Eylül 2010 günü kabul edilen anayasa değişikliğinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının bulunması sayesindedir. Mustafa Balbay, o pakete giren bireysel başvuru hakkını kullanarak uzun tutukluluğunun adaletsiz olduğunu tespit ettirdi. Bu sayede de hakkında hüküm kesinleşmiş olmasına rağmen serbest kaldı.
Balbay ayrıca, denetimli serbestlikte üst sınırın uzatılmasından da yararlandı ki bu da son dönemde kanunlaşan sanık lehine haklardan birisidir.
Balbay’ın partisi CHP (MHP ve BDP ile birlikte) anayasa değişikliğine karşı çıkmış, hatta bu değişikliğin iptali için bugün tahliye yolunu açan AYM’ye müracaat etmiştir.
Ama bunu ne Balbay’ın ne de CHP’nin başına kakmamak gerekir. Sonuçta askeri vesayetin tümden geriletilmesi de CHP dahil bütün partilere bir ödüldü ama bilindiği gibi buna da karşı çıkmışlardı. Mesela, o referandumun getirdiği yeniliklerden Kamu Denetçiliği Kurumu (ombudsmanlık) da yargının önünü açan özgürlükçü kararlar almaktadır. Bu kararlardan birisi olan Hrant Dink davası kararı da zamanında referandumda “hayır” safında bulunan aydınların başına kakılmamalıdır.
Yeni Türkiye hukuk ülkesi olmak demek
Hukuk ve demokrasi; onu isteyenlerin de istemeyenlerin de başına kakılmaz, kakılmamalıdır.
Zira Yeni Türkiye’nin özelliği, o hukuku önlemek için ayağa kalkanlar dahil hukukun herkes için uygulanmasıdır.
2000’li yılların başından itibaren esmeye başlayan muhafazakar, özgürlükçü ve demokrat dalga bu sayede, temel hakları ve hukuku herkesin eşit erişimle ulaşabileceği seviyeye getirmektedir. Kimlik farkı gözetmeden; laik, Kürt, dindar veya azınlık olduğuna bakılmaksızın ihtiyaç duyan herkes hukuka daha fazla erişebilmektedir. Hukuk devletini işgal eden derin devlet sistemden kovulurken, boşalan alanlara siyaset; yani millet iradesi yerleşmektedir.
Yeni Türkiye’nin yürüyüşü özetle budur.
Ancak, yol hala uzun...
Temel hakların dün olduğundan çok daha fazla olduğunu teslim ederken, olması gerekenden daha eksik olduğunu da kaydetmek gerekiyor.