Biliyorum, Diyanet’in hutbeler, vaazlar üzerinde, her seviyeden din görevlilerinin kamuoyuna yansıyan mesajları üzerinde bir iyileştirme çalışması var.
İyileştirme derken, bir yandan mesajların anlaşılabilmesi, doğru anlaşılabilmesi, genel kanaatlerden farklılık arzeden hususlarda görüş açıklarken hassasiyet gösterilmesi gibi hususlarda nasıl daha iyi sonuçlar alınabilir, üzerinde çalışılıyor. Bu noktada dini camia içinde dışında, her kesimin görüşlerine başvuruluyor, algıları değerlendiriliyor.
Ancak Diyanet dışında bir alan var ki, isminin başına - sonuna “Hoca” sıfatı eklenen birçok insan, öyle bir tartışma yürütüyor ki, dışardan bu ortamı gözleyen ve yeterli dini bilgiye sahip olmayan insanların, tanık oldukları şeyler sebebiyle dinin çok uzaklarına savrulmaları işten bile değil.
Nerede ise hocaların hangisine tutunsanız din ile sizin aranıza kilometreler girdirecek.
Dinin fütursuzca yontulduğu, erken kalkanın müctehid kesildiği, birisinin Sünnet’i, diğerinin Kur’an’ı sorguladığı, bir başkasının sahabeye kılıç çaldığı, ötekinin bütün bir 15 asırlık birikimin üzerine çarpı koyduğu bir alan.
IŞİD Irak’ta, orda burda türbeleri havaya uçuruyor ya, birileri de, Sünnetin dibine bomba koyuyor, Kur’an’ı didikliyor.
Bana isim isim sorulduğunda “Kur’an, Hadis üzerine tefekkür iyidir, farklı sonuçlara varılsa bile içinde Allah rızası olduğu sürece üstünü çizmemek gerekir” demek istiyorum, ama bir bakıyorum, iş en uçlarda gezinen cedelleşmelere, ardından da birbirini yok etmeye dönüşmüş bulunuyor.
Abdullah Yıldız dostum arıyor, bu kıran kırana görüntüden muzdarip, “Şöyle belli bir hassasiyeti bulunan insanlarla bir araya gelsek de görüşsek” diyor.
Şöyle bir düşünmeli:
İki “Hoca” televizyon ekranında bir araya gelmiş, hadisleri tartışıyor. Hazreti Peygamberi tartışıyor. “Kur’an’ın tarihselliği” başlığı altında bir tartışma yürütüyor.
Saatler boyu sürüyor bu tartışma.
Ve 20’li yaşlarda bir genç seyrediyor onları.
Kendi çocukları seyrediyor onları.
Saatler sonra onlar, tartışmaktan yoruluyor, ya da yorulmuyor da, programı yöneten kişi, “Geç oldu, artık yeter” diyor.
Tartışmacılarımızın içi durulmuyor hala, hala ötekine söyleyeceği, daha doğrusu, tartışılan konuda didikleyeceği bir husus var.
Ne der, o 20’li yaşlardaki genç bu programı izledikten sonra?
Ne der, tartışanların çocukları?
- Bravo baba, yediniz her şeyi. Kur’anı, Sünneti, Hazreti Peygamberi yediniz, afiyet olsun!
Başka ne der Allah aşkına?
Düşünüyorum da, bazen böyle tartışmalarda nasıl bir görüntü verdiğimizin farkında olmuyoruz.
Tartışmanın şehveti her şeyi unutturuyor.
Mağlup sayılır bu yolda galip.
Bu sözün birebir yaşandığı ortamlar bu tür tartışmalar.
En kötüsü, tartışan Hocaların şahsında İslam’ın yara alması.
Düşünüyorum da bu tür tartışmaları Hazreti Peygamber’in huzurunda yapabilirler miydi, bu Hocalarımız?
Düşünüyorum da, Allah görüyor bu tartışmalardaki halimizi ve niyetimizi, biliyor Allah Teala.
Düşünüyorum da, bu tür tartışmalar, islami gelişmelere bin tane 28 Şubat’tan daha çok zarar veriyor. 28 Şubat’lar evet tahrip edicidir, ama yine de o tür sam yellerine karşı kendi değerlerini savunma psikolojisi devreye girer ve belki de süreçlerden çok daha güçlenilerek çıkılır. Bu tür tartışmalar ise, yüreklerin üzerine salınmış mikroplardan farksızdır.
Dar bir ilmi ortamda müzakere edilecek hususlar, kitlelerin önüne sürüldüğünde, zihinleri allak bullak ediyor çünkü.
“Hadislerin sıhhati” gibi bir başlığı, daha Hadis’in ne olduğunu bile bilmeyen, belki içinde babadan - atadan mevrus bir Peygamber saygısı bulunan insanın dünyasına taşımaktan hangi fayda umulur Allah aşkına?
İnsanların imanları ile oynama vebali var bana göre bu işte.
Ey Hocalar, diye seslenmek geliyor içimden, yüreğinizi avucunuza alın ve bakın, bir insanın yüreğinde açılacak yaranın sorumluluğunu taşıyabilecek mi taşıyamayacak mı?