Bölgemizde endişe verici gelişmelerin olduğu bir dönemde Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde kılıçlı yemin tartışması gündeme oturdu. 30 Ağustos'ta mezuniyet töreninde yaşananlar kamuoyunu adeta ikiye böldü. Ülke gündemini aylarca meşgul eden bu gelişme bir disiplinsizlik olarak görüldü ve 400 civarındaki genç teğmenden 5 tanesinin ilişikleri kesildi. Disiplin soruşturmasında 5 genç teğmen ve 3 idari yönetici için verilen ihraç kararı yine uzun süre tartışılacaktır.
Kamu kaynaklarıyla büyük masraflarla yetiştirilen gençlerin akıbeti elbette üzücü. İlgili mevzuat daha hafif bir ceza verebilir miydi bilmiyoruz ancak Türkiye'de ordu-siyaset ilişkisindeki yaşanmışlıklar Türk Silahlı Kuvvetlerindeki her türlü gruplaşmaya karşı doğal bir refleks oluşturdu.
Sivil kurumlarda memur disiplin kanunu daha esnek ve demokratik olabilir ancak orduda itaat ve disiplin standartları daha yüksek. Genç teğmenleri kimler yönlendirdi, hangi amirler bu tartışmayı başlattı bilmiyorum ancak 15 Temmuz FETÖ kalkışmasının sivil alanda bıraktığı travmayı hafife alamayız. 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat gibi acı hikayeleri olan bir toplumun demokrasi tecrübesi ve milli iradeye sahip çıkma bilinci epeyce yükseldi.
Genç teğmenlerimiz, bu ülkenin kurucu lideri Atatürk'e toplumun çok büyük bir kısmının saygı ve sevgi beslediğini bilmeliydiler. Ancak geçtiğimiz yıllarda "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" sözünün darbe çağrısı yaparken Mustafa Kemal'i araçsallaştıran bir kitlenin sloganı olduğunu ve nasıl bir tepki doğuracağını da bilmeliydiler.
Ülkemizde Laik-Modernler (Atatürkçüler), Milliyetçiler, Dindarlar ne yazık ki hipnozla uyutulmaya çalışılıyor. Bu kitleleri gözüne kestiren çıkar grupları kitlelerin samimi duygularını ajite etmeyi iyi biliyorlar. Sosyal medyada ötekini düşman gösteren paylaşımlarla keskinleştirilen gruplar birbirine selam vermiyor. Birbirini yaşam tarzı, inancı, mezhebi ile tarif eden komşular zamanla başka semtlere ve yüksek duvarlı sitelere koşuyor. Yankı odalarında konuşan kitleler kendi mikro-cemaatleriyle masa kuruyorlar yahut tatil beldelerinde buluşuyorlar.
Kutuplaştırılan, bölünen, ortak idealleri törpülenen yurdum insanı elindekini avcundakini de kendinden bildiği, ideolojik yakınlık gördüğü uyanıklara kaptırıyor. Hipnozlu kitlenin tek gazeteden beslenmesi, sadece o bankayla çalışması, sadece o kanalı izlemesi bir müddet sonra uyanmasının önüne geçiyor.
Cumhuriyet dönemi demokrasi mücadelemizi hafife almıyorum çünkü az mesafe kat etmedik. Ancak aynaya bakmak zorundayız. Birey olmaktan ziyade hala dedesinin partisini kutsallaştıran, cemaat liderinin mendilini koklayan, Rumeli Türkünü, Afgan Türkmenini yabancı diye horlayan adamlar da yetiştirdi bu ülke.
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçerken şehitlerimizi, gazilerimizi, bizi bir arada tutan ortak değerlerimizi, 3 kıtayı birleştiren bu havzadaki zenginliklerimizi, farklılıklarımızı görmezden gelerek kitleleri düşmanlaştırmak kime yarar ki?
Cevabı çok basit.
Bu ülke zor zamanda kamplara bölündükçe bölgede olup bitenlere seyirci kalacaktır. Milli Ordu, Milli Eğitim, Milli Kültür, Milli Sermaye derken havada kalmasın. Millî olmak bu ülkenin her varlığını korumak ve geçmişteki hatalara düşmeyecek bir akla sahip olmaktır.
Memleketin 3 ana gövdesi de küresel hegemonyanın etki alanında olduğunu bilmek zorunda. Her hadisede siyah-beyaz gibi derinleşen kamplaşmadan uyanmak için hipnoza direnmek gerekiyor. Eğer herkes uyanık olsaydı memleket hemen her mevzuda kamplara ayrılmaz ortak hikayelere dahil olurdu.