Anlatının Gücü: Kitle Kültürü Çağından Hikayecilik” isimli kitabında, Robert Fulford, “ortaya çıktığı sürecin çok da anlamlı olmadığını düşünmeye katlanamayan” insanoğlunun, uydurduğu hikayeleri anlatıyor. Hikayesi olmayan insanların kurgudan gerçeğe dönüşen hikayelerini okurken ve sayfaları çevirirken, içinizden hiç bitmese bu hikayeler diye geçirmeden edemiyorsunuz.
Britanyalı gazeteci Malcolm Muqqeridge Britanyalı bir casus olarak, farklı ülkelerin (Almanya dahil) casuslarının bulunduğu tarafsız bölge Lizbon’dadır. Muqqeridge, İngilizler’e ihanet edemeyecek kadar en hasından Britanyalı bir yurtseverdir, ama anılarında: Naziler’den hiç hoşlanmamasına rağmen, bir gün Almanlar’a teslim olup, İngilizler hakkında bildiği her şeyi anlatma isteği duyar. Muqqeridge tabi ki bunu yapmaz. O hikayeler anlatmak isteyen bir hikayecidir ve Almanlar’a giderse, bunun son derece karmaşık bir hikaye yaratabileceğini düşünmektedir.
İnsanın, hayatı anlamaya ve bu anlamdan yorumlar çıkarmaya başladığı zamanlarda, eğer akıp geçen yıllara rağmen bir hikayesinin, daha doğrusu anlatılacak bir hikayesinin olmadığını fark etmesi kadar kahredici bir şey yoktur.
Anlatacak bir hikayeniz yoksa varlığınızın ne anlamı olabilir ki. Yıllar önce Cezayir asıllı Fransız romancısının (?) “Işığın o Kör Edici Yokluğu” adlı romanını okumuş ve romanda geçen bir cümlenin altını çizerek hafızama kazımıştım. Bu yazıya oturduğumda, romanına bu cümleyi yazan bu usta romancının adını unuttuğumu ama o altını çizdiğim tek cümleyi unutmadığımı fark ettim.
Fas Kralı Hasan’a karşı darbe yapan askerler başarısız olurlar, tutuklanır ve yıllarca kalacakları yerin yedi kat altındaki hücrelere konurlar. İşkence, açlık, yıllar yılı ışığı göremeden yaşamak, nerede başlayıp nerede bittiğin bilinmeyen bir karanlığa mahkum olmak... Derken ölümler başlar. 27 yıl sonra darbeci askerlerin çoğu hayatını o karanlık hücrelerde kaybeder. Hayatta kalanlardan birinin, Kral’ın affıyla serbest kaldıktan sonra roman yazarına anlattığı bu gerçek hikayeden anlarız ki, bu insanlar hücrelerde birbirlerine hikayeler anlatarak hayatta kalabileceklerini düşünmüşlerdir. Hatta içlerinden biri ölmeden çok kısa bir süre önce hücre arkadaşına şöyle fısıldar:
- Bana bir hikaye anlat yoksa öleceğim!
Hayattan koparılıp bir hücreye kapatılmanın en korkunç yanı insanın bir anda hikayesiz kalacağı dehşetine kendini kaptırmasıdır.
Manuel Puig’in “Örümcek Kadının Öpücüğü” isimli romanının kahramanları da -bir devrimci ve bir eşcinsel- zamanlarını tutuklanmadan önce seyrettikleri filmleri birbirlerine defalarca anlatarak geçirirler ve filmlerdeki hikayeleri derin, felsefi, siyasi yorumlara tabi tutarlar.
“Anlatının Gücü” (Kollektif Kitap, çev. Ezgi Kardelen, 2014) isimli kitabında Robert Fulford, “bir zamanlar eski evliliklerini filme benzeten bir adamla karşılaşmıştım” diye anlatır ve devam eder: “o benim ilk filmdeydi... Bu bir espriydi, söylerken gülümsüyordu. Ancak hazin bir espriydi. Onun kendi geçmişini tıpkı filmler gibi zararsız ve idare edilebilir kısımlara ayırmaya çalıştığını anlamıştım.”
Herkese tavsiye ederim Robert Fulford’un kitabını zaman ayırıp okuyun lütfen. Birbirinden ilginç ve uydurulmuş hikayelerle karşılaşacaksınız. Tim Johnson Vietnam savaşı sırasında askerlik görevini deniz kuvvetlerinde yedek asker olarak geçirmiş, yazın da beyzbol oynayıp durmuştu. Ama bir yolunu bulup, Vietnam savaşına katılmaktan sıyırmıştı. Suçluluk duygusu yakasına çullanınca, Vietnam’da askerlik yaptığına dair hikayeler uydurmaya başladı. Sonunda uydurduğu hikayelerin gerçek olmadığı ortaya çıktı. Yalancılığı bir gazetede ifşa edilince, “28 yıl boyunca kara bir gölge altında yaşadım” dedi.
Kabul edilebilir yalanları birer hikayeye çevirerek, hayata ve “hikayesiz” olmaya katlanma çabası.
Bu yazıyı herkesin fazlasıyla sağlam bir hikayeye sahip olduğu ama henüz anlatılmamış binlerce hikayenin gerçek sahipleri tarafından anlatılmayı beklediği bir diyardan yazıyorum.
Bu diyar Türkiye’ye hiç benzemiyor.
Türkiye’de hikayesi olmayanların giriştiği garip işlerden habersiz, başkalarının hikayesini feda üzerine kurulmuş, sahte hayatların neye benzediğini bile bilmeyen insanların, yaşadığı bir diyar...