Bir zamanlar moda olan "hiçbir şey" olmak kavramı günümüzde seküler yaşam tarzının etkisiyle "her şey olmak" şekline evrildi. Günümüzde "hiçbir şey" olabilmek neredeyse imkânsız hale geldi.
Ülkemize bir yıllığına misafir öğretim görevlisi olarak gelen, Saraybosna İslam Enstitüsü'nde tefsir öğretimi yapan, aynı zamanda Bosna'nın Mehmet Akif Ersoy'u olarak bilinen ve Aliya İzzetbegoviç'in de hapishane ve dava arkadaşı olan Prof. Dr. Cemalettin Latiç ile Necip Fazıl Ödüllerinde hasbihal etme fırsatı elde etmiştim. Sohbet esnasında bir anısından bahsetti.
Aliya, kendisine milletvekili olarak siyasete girmesini teklif ediyor. Latiç ne kadar itiraz etse de Aliya baskın çıkıyor ve bir dönem de olsa Latiç siyasete girerek meclis üyeliği yapıyor.
Bir dönem sonra ise Aliya'ya şöyle diyor: "Ben bir fikir adamıyım, ilahiyatçıyım beni siyasetten azat et, çalışmalarımla ve fikirlerimle siyaset adamlarına yön vereyim. Zira siyaset mecrası kaygan bir zemin üzerinde nefes alıyor, bu da bana göre değil. Beni azat et ilmim ile uğraşayım ve ümmete faydam olsun."
Bu anısını dinleyince, siyasetin günümüz toplumunda neden bu kadar çok revaç bulduğunu anlamaya çalıştım.
Bu kadar kaygan bir zeminde yürümek için neden herkes yarışır ki?
Doğru yolda hizmet için ilerlemek kaydıyla siyaset pek tabi talip olduğumuz bir alan olarak değerlendirilmelidir.
Siyasetçilik: Bir meslek, bir rütbe ya da ele geçirilen bir pozisyon olarak değerlendirilmemeli; vatandaşa hizmet kimliği olarak algılanmalıdır ki, kişilikler oturmuş olsun.
Gerçek bir politikada -devlet yönetiminde- halkın temsili önemlidir. Doğru zaman ve doğru adamlarla halk için mesai harcanır. Benlik orada artık bitmiştir. Her adım, millet için atılır.
İçimizde yalnızca halkı temsil etmek ve hiçbir beklenti olmadan "yok olmak" isteyenler de vardır. Bir ben olacağına binler olmak isteyen fedakâr insanlar mevcuttur.
Bunlar şuan avukat, yazar, sanatçı, eğitimci, gazeteci, iş insanı, vb. olarak önemli insanlar olmaya çalışıyorlar.
Ancak siyaseti hayatla bağlantı vasıtası olarak görenler; yönlendirilmeyle hamasi tavır ve davranışlar bağlamında statü vasıtaları oluşturur ve militan ruhlu birey olur.
Şahsiyet ve kimlik sancısından dolayı doğruyu göremez, yanlışa yönlendirilme noktasında kolay lokma olurlar.
Siyaset arenası kişinin kendi menfaatlerini tamamen yok saymasını gerektiren bir hizmet alanıdır.
Önceliğini şahsi menfaatinde veyahut birtakım mihrakların muvazzaf piyonu olarak bütünlüğü bozma gayretinde tutanlara "hakkın adaleti" milletin tokadını nakşettirir ki bu değişmez bir kuraldır.
Kişisel arzularını tatmin etmek adına hareket edilirse, temiz ve halis çabaları gösterenlere de engel olunacaktır.
Sadece maddi gücün vermiş olduğu haksız özgüven ile siyasi arenada yer almak ya da güzel konuşabilmenin dışında bir özelliğe sahip olmaksızın bu arenada yer almak da kanaatimizce hakka girmektir.
Ülkemiz ve bütün dünyada siyasi zemin kaygan durumdadır. Seçim arifesinde birçoklarında müşahede ettiğimiz şekliyle, yükselmenin gözlenebileceği gibi bu zeminde duramayarak yok olmak da mümkündür.
Öyle bir zaman gelir ki, aynı masada oturup ortaklık yaptığınız, aslında kuyruk salladıklarınızın, celladınız olduğunu göremezsiniz.
Çünkü siyaset harmanının katmanları, girdapları, karanlık dehlizleri ve uçurumlarını görmezden gelmek, kişisel ihtiraslarla yanlışın yanında yer almak da vardır.
Böyle bir zemin üzerinde yol almak istenildiğinde her adımın sağlam bir tespitle atılması gerektiği aşikârdır.
Bu arena menfaatin değil insana ve vatana hizmet etmenin yeridir.
Doğru zaman; ülkenin yeni yüz yılıdır. Doğru adam; kendi irademizle yön almamızın önünde; ufku karartmak için bulandırmaya çalışanların karşısında, şahsi menfaatini hiçe sayıp, vatanı için çalışandır.
Ya Latiç gibi azat olarak devlet ve toplum yönetme sanatına katkı için çabalayalım ya da "hiçbir şey" olmanın gayreti içinde olalım derim...