Sınır tanımayan siyasi nefretin hiç olmazsa ülkenin müşterek geleceğini ve kaderini ilgilendiren konularda yatışmasını beklersiniz. Öyle ya, Ortadoğu’da 100 yıl önce masa başında çizilen yanlış haritanın teğelleri atıyor, büyük oyuncularla küçük oyuncular aynı anda tarih sahnesine çıkıyor. Büyük avantaj ve dezavantajlar aynı anda tarih potasında hareket ediyor.
Acımasız ve sinsi bir oyun
Türkiye’nin coğrafyası ise hiçbir ülkeyle kıyaslanmayacak kadar ağır yükleri taşımayı kaçınılmaz kılıyor. Sadece sığınmacıları kabul ederek neredeyse bir savaşa girmenin ekonomik ve hatta sosyal maliyetini ödemekteyiz. Stratejik olarak içinde örgüt (IŞİD) ve devlet terörü (Esad rejimi) aynı ayna sahada yarışıyor. Doğal olarak bunun ürettiği güvenlik riski de artıyor. İçeride ise tam barış süreci şekillenmeye başlamışken PKK’nın Suriye kolu PYD, Esad’ın da teşvikiyle bu ülkede özerk bir yapı ihtimali yakaladığı için 1,5 yıldır frene basılmış bulunuyor.
ABD ise gerçekte bölgeyi karıştırıp çekildikten sonra olup biteni umursamıyor. Herkesin gözü Washington’da olmasına rağmen belli ki Obama yönetimi rüzgar estirmekle yetinmeyi tercih ediyor. Buna rağmen Türkiye gibi önemli bir müttefikini medya aracılığıyla baskı altına almaktan da geri durmuyor.
Böylesine acımasız ve sert oynanan ve üstelik birçok oyuncunun asla gerçek niyetini göstermeden ilerlediği bir oyunda Türkiye’nin elini açması talep ediliyor. Bununla da kalmıyor...
Türkiye’nin hem PKK’ya destek vermesi, hem bu örgütle mücadele etmesi, hem bugüne kadar söylediklerini unutup Esad’ı görmezden gelmesi hem IŞİD’le savaşması, hem sığınmacıları kabul etmesi hem güvenli bölgeden vazgeçmesi, hem PYD’ye silah vermesi hem de askerin Kobani’ye asla girmemesi isteniyor.
Bunların hepsi de birden isteniyor. Üstelik, birbiriyle çelişen bu talepler duruma göre çoğu kez aynı kişilerden ve kurumlardan geliyor.
Kobani hassasiyeti!
Neden?
Çünkü, mesele Türkiye’nin çıkarlarına uygun bir politika önermek değil, hükümetin bu zor oyundan mağlup çıkmasını arzulamaktadır. Düne kadar Kürt düşmanlığıyla politika yapanlar bile bugün Kobani ağıtları yakıyor ve başı taşla ezilerek öldürülen gençlerin neredeyse bunu hak ettiğini söyleyerek PKK terörüne gerekçe üretiyor.
Türkmen ve Arap şehirleri dahil Suriye’nin yarıdan fazlası yıkılıp, 250 bin insan katledilirken ve Irak’ın yarıya yakını IŞİD’in eline geçerken ses çıkarmayanların Kobani hassasiyetine kim itimat eder?
Hepimiz biliyoruz ki, Kobani propagandası yapanlar, bu kasabanın işgali hükümeti sıkıştırmayacak olsa, oradan kaçan Kürtlere sahip çıkılmasına isyan edeceklerdi.
Her duruma uygun bir maske
Hem ulusalcı hem PKK yandaşı, hem Kemalist hem Amerikancı, hem savaş karşıtı hem savaşçı ve hem Türk milliyetçisi, hem Kürt milliyetçisi olabilen bir güruh ortaya çıktı.
Duruma göre bir maskeyi takıp en ağır cümlelerle dış politikayı eleştiriyorlar.
Türkiye’nin talihsizliği budur. Bir başka demokrasinin asla tecrübe edemeyeceği bir öfke ve nefret; bir başka hukuk sisteminin asla tahayyül edemeyeceği bir sinsi çekişme sistemin iskeletine musallat olmuş haldedir. O yüzden hükümet aynı anda hem PKK’ya hem IŞİD’e, hem ABD’ye, hem İran’a, hem Katar’a yakın olmakla suçlanabilir. Neyin doğru olduğunun önemi yoktur.
Dahası, neyin kaybedileceğinin; yani, bu zor oyunda kaçacak fırsatların kıymet-i harbiyesi de yoktur. Sonuçta hükümet kaçacak mı, önemli olan budur.