Bir kez daha gördük ki, Batı, sahip olduğu konforu, mazlumlara sırtını çevirmeye borçlu. Mülteci dramı karşısında gösterdikleri tavrın herhalde tek cümleyle özeti bu olsa gerek. Ya sırtını çevirecek, esasen kendisinin eseri olan zulme sessiz kalacak. Yahut vicdanları biraz olsun yatıştırmak için oluşturduğu fonlarla göstermelik adımlar atacak. Ne hazin değil mi; genelde bu fonları da o zulümlerin yaşandığı ülkeler üzerinden elde ediyor.
Türkiye’nin kendi kısıtlı imkanları üzerinden, milyonlarca mülteciyi, üstelik dünya standartlarının çok üzerinde imkanlarla barındırması, kendi kamuoyumuzda bile eleştirilere konu oldu. Bunca insanı barındırmanın, gerek ekonomik yükü, gerekse güvenlik açısından ciddi sorunlar ortaya çıkaracağı endişesi dile getirildi. Türkiye’nin bağrına bastığı milyonların yüzde birini bile kabul etmeyi lütuf sayanları görünce söylenecek söz kalmıyor aslında.
Çünkü ortada gerçekten çok farklı bir tablo var. Türkiye’nin Suriye’deki insanlık dramı karşısında gösterdiği duruşu ve milyonlarca mülteciye gözünü kırpmadan sahip çıkışı, yazının girişinde bahsettiğim iki yüzlü tavır hatırlanırsa insanlığın tek kurtuluş yoludur. Tıpkı mültecilere çelme takıp düşürmeye çalışan medya mensubunun tavrında olduğu gibi, Batı’nın kendi içinde biriktirdiği öfke, hele de söz konusu olan Müslümanlarsa, akıl almaz boyutlara ulaşabiliyor. O kameramanın ruh hali, yazık ki içinde yaşadığı dünyanın gerçek yüzü.
Hep söylemeye ve yazmaya gayret ettim. Türkiye’nin Suriye politikası, bölgeye ve dünyaya yönelik hamleleri daima eleştirilmeli. Daha iyisini bulmanın başka bir yolu yok. Kendi payıma bunu elimden geldiğince yaptığımı düşünüyorum. Ancak mevcut politikaları eleştirmek, bu ülkenin sahip olduğu en değerli varlık olan vicdanını askıya almaya dönüşecekse, varsın olmasın. Biz varlığımızı zulme rıza göstermeye borçlu bir ülke değiliz. İstanbul’da kendi konforunu korumayı hayatın merkezine alanlar rahat edecek diye, evinden yurdundan kopmuş insanları sırtımızı dönemeyiz.
Burada belki üzerinde durmaya değer tek sorun, bunca ikiyüzlü tavır karşısında Türkiye’nin gösterdiği tavrın yeterince anlaşılmaması, yani anlatılamamasıdır. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dün dile getirdiği şu sözleri aktarmak istiyorum:
‘Avrupa Birliği 400 civarında bir mülteciyi kabul ederken ve paniğe kapılmış durumdayken biz 2011’den bu yana 2 milyonu aşkın kişiyi misafir ediyoruz. Biz buna ilave olarak terörle mücadele ediyoruz. Batıda bazıları Hıristiyan kökenlerini zedeleyecek diye bu akımı engelledi. Biz insana insan olarak bakıyoruz. İnancıyla bakmıyoruz. Mağdur mudur, mazlum mudur kapımızı açıyoruz. Mescid-i Aksa’da yapılanları görüyorsunuz. 3 dinin kutsal kabul ettiği Mescid-i Aksa’daki uygulamalar kabul edilebilir değildir.
Türkiye burada tam aksine buradaki mabetleri ihya ederken bu tür şeylerle karşılaşmak bize rahatsızlık veriyor. Avrupa’daki dostlarımızın bir defa şundan emin olması lazım. Sınırlarına gelen insanların nihai hedefi, onların ülkeleri değildir. Mülteci sorununun çözümü, kapıları bu insanlara kapatmaktan, sınırlara tel örgüler, duvarlar çekmekten geçmiyor. Asıl çözüm, bu insanların geldikleri yerlerdeki, kendi ülkelerindeki çatışmaların bir an önce durmasını, halkın sesine ve taleplerine kulak verecek yönetimlerin iş başına gelmesini sağlamaktır.’
İnsanlığın çıkış yolu, Erdoğan’ın bu sözlerindeki mesajlara kulak vermekten geçiyor. Hesaplara sığmaz bazı konular. Vicdan, sadece vicdan.