Roketler geliyor ıslıklar çalarak. Çocuklar düşüyor toprağa, birbiri ardına. Kadın erkek, yaşlı genç, emekleyen, kundakta yatan ayırımı yapmıyor İsrail! Nazi katliamından bu yana, neredeyse 85 yıldır mağduru oynayan ve Hıristiyan vicdanları,”bize kapılarınızı açmadınız...bizi ölüm kamplarında bir başımıza bıraktınız... sizizn vurdumduymazlığınız yüzünden 8 milyon Yahudi öldü”, diyerek zımparalayan İsrail gerçek vurdumduymazlığı, adam sendeciliği, vahşetin en çarpıcı örneklerinden birini sergiliyor Gazze’de! Siyonizmin gerçek yüzünü ve neler yapabileceğini Türkiye’de son dönemlere kadar kimse anlamadı ya da anlamak istemedi. “Bize ne canım; biz bu işlere burnumuzu sokmayalım! Batılı dostlarımızı kızdırmayalım!” kaltabanlığının ardından, boş gözlerle katliamı izleyip durdu nice sözde devlet adamı Ankara’daki koltuğundan. İlk kez bir kişi, bir Başbakan, zamanında Abdülhamid Hanın gördüğü ve engel olduğu Siyonizm yayılmacılığı ve acımsızlığına “yeter artık!!”diyebildi... Peki nasıl geldik bu günlere?
Fransa’da başladı, gelişti, dört bir yana yayıldı ulusalcılık düşüncesi ve yeni ulus-devletler birbiri ardına kurulmaya başladı on dokuzuncu yüz yılın sonlarına gelindiğinde. Bunu gören Avrupa’lı Yahudi yazarlar beklenen Mesih’in kapıda olduğunu, Yahudilerin “vaadedilmiş topraklara” dönme zamanının geldiğini yazmaya başladı. Moses Hess 1862 yılında “Roma ve Kudüs” adlı kitabında Filistin’de bir Yahudi devletinin (birliğinin) kurulması gerektiğini vurguluyordu. Leo Pinsker 1881’de Yahudilerin kendi vatanlarını kurmak için örgütlenmeleri gereğine dikkat çekiyordu. Bu yazılar, kitaplar Hibbat Zion’u (Siyon Aşıkları) harekete geçirdi, Hayfa’da tarım kolonileri kurulmaya başladı birbiri ardına.
Ve tam bu sırada Filistin’de bir Yahudi devleti kurmak amacıyla Theodor Hertzel yola çıktı ve 1896 yılında, Almanca “Der Judenstaat”, Yahudi Devleti adlı kitabını yayınladı. Hertzel, Filistin’de Yahudi devleti kurmak için dostu Polonyalı soylu Philip de Nevlinsky aracılığıyla Sultan Abdülhamid’e baş vurdu ama Sultan öneriyi dinlemedi bile. Bunun üzerine 1896’da İstanbul’a geldi ve 1902 yılına kadar Yıldız Sarayı’nın kapısını aşındırdı durdu.
Huzura ilk kez 19 Mayıs 1901 tarihinde kabul edildi. Abdülhamid Han, Hertzel’i dinledi ama kimilerinin öne sürdüğünce huzurdan kovmadı. Ilişkiyi sürdürdü, Herrtzel’de mektup üzerine mektup yazdı. Neden ilişkiyi sürdürdü Sultan? Cünkü Abdülhamid Han Düyun-u Umumiye’yeyle 75 milyon altını bulan Osmanlı dış borçlarını aşağı çekmek, geri ödemeyi uzun vadeye yaymak için kıyasıya bir pazarlığa girmişti ve Hertzel’in, Filistin’e karşılık, tamamı Avrupalı Yahudilerce ödenecek 32 milyon altın teklifini bir yem olarak masada tutmak istemişti. Gerçekte bir karış toprak satmak gibi ne bir niyeti, ne de bir amacı vardı. Padişah Yahudileri Kuzey Irak’ta değişik bölgelere dağıtmak istiyordu; Filistin’de kurulacak bir devletin Müslümanlar için büyük tehlikeler oluşturacağını, bu devletin Batılı sömürgeci devletlerce kullanılacağını, yeni yeni önem kazanmaya başlayan petrolün Siyonist Devlet aracılığıyla denetim altında tutulacağını kestirmişti. Hertzel, Abdülhamid Han’a yazdığı mektuplarda paranın ötesinde Paris’te yaşayan, Jön Türk önderlerinden Halid Ziya’yı ortadan kaldırmayı bile önermişti (Prof. Vahdeddin Ergin) Sonunda Padişah Düyun-Umumiye’yle istediği anlaşmayı yaptı ve o saat Hertzel’le bütün ilişkileri kesti. Abdülhamid Han gerçekçi, öngörülü, devleti ve ümmeti herşeyin ötesinde ve üstünde tutan büyük bir devlet adamıydı. Onun ardından gelenler Abdülhamid Han’ın siyasetini sürdürmek bir yana tam tersini yaptılar ve 1948’de Siyonist Devlet kuruldu! Sonrasını...hep birlikte göz yaşları içinde izliyor,izliyoruz. Ne zamana kadar? Yeni Türkiye eski Türkiye’nin korku ve kuşkularını temizleyinceye kadar...az kaldı az!