Yunan mitolojisinin dönüştürülmüş bir versiyonu olan Herkül: Özgürlük Savaşçısı, bir fantazya ürünün olarak seyircinin karşısına çıktı. Amerikan sinema sanayiinin artık en büyük ticari kozlarından biri olan üç boyutlu formatındaki film (ki gerçekten seyredenleri dünyasının içine alıyor), tarihi bir devirde geçiyorsa da yer yer bugünlerin siyasi ortamına da göndermelerde bulunuyor, referans olmaya çalışıyor. İnsanın tanrılaştırılmaya çalışıldığı günümüzde tarihin derinliklerinden, insana olağanüstü güçler vehmederek bir karakter modeli, ikon çizmeye çalışan benzeri filmler ne yazık ki ideolojik olarak da bir işlev görüyor. Ayrıca artık çoktan kanıksandığı kabul edilen şiddet dozunun rahatlıkla kullanıldığı, her türlü kan ve insan kıyımı manzarasının doğallıkla yaşandığı bir ortam filmin neredeyse başından sonuna kadar senaryoya hakim oluyor. Sinemanın defalarca yapmaya doyamadığı Herkül hikayelerinden biriyle daha karşı karşıya kalıyoruz, teknik manada tek ayrıcalığı üç boyutlu olmasıyla perdeye yansıyor. Öte yandan, önceki uyarlamaların olağanüstülük ve şiddet anlamında daha insan ölçekli olduğunu görüyoruz, bu çalışmadaysa fantazya sınırlarını zorlayan bir görünüm karşımıza çıkıyor.
* * *
Film, eski Trakya topraklarında hükümranlık mücadelelerinin arasında bugün de yaşanan siyasi menfaat ilişkileri yumağının bir benzerini ortaya koyarak gelişiyor. Menfaatin çirkin yüzünün, yanlış taraf tutmanın, insani değerlerin tahribata uğramasını da dile getirmeye çalışan film, çarpıcılık uğruna olayları maceraperest bir ruha kurban ediyor. Yine de bu tür filmlerin çoğu bir ön kabulle seyredildiğinden, bazı konumlar sigaya çekilmiyor ve -mış gibi yapılarak bir şeyler görmezden gelinebiliyor. Seyirci psikolojisi, görmek istediği kimi filmlerde artık nelerle karşılaşacağını, nasıl bir hikaye örgüsüyle karşı karşıya kalacağını, hatta hangi heyecanları yaşayacağını öngörebiliyor. Sinemanın daha farklı zeminlerde çok daha insani konuları dile getirmesi, anlatabilmesi, değerler ortaya koyması mümkün ve bunun için çerçeve koşullarının oluşturulması gerekiyor.
Bizimse bu coğrafyanın, daha geniş kültürel dairenin kahramanlarının ne zaman beyazperdeye yansıtılacağını, kendi düş dünyamızın çeperlerine gireceğini düşünmemiz gerekiyor. Başka kültürlerin efsanelerinin, kahramanlarının, mitolojilerinin atmosferine mütemadiyen duçar olmaya başladığımızda, o düş dünyasının içine girdiğimizi, onlardan bir hayal alemi kurduğumuzu, rol modellerini oluşturduğumuzu, hissiyatımızı o nosyonlar üzerine kurduğumuzu fark ederiz. Yabancılaşmanın bir başka türü olan bu süreç, çoğumuzu çocukluğumuzdan itibaren tesiri altına almıştır ve kültürel anlamda başka bir ruh dünyasının, kendimiz dışında her şeyin etkileşimine muhatap olmamıza yol açmıştır. Bu bağlamda, yapılacak en önemli çalışmalardan biri, kendi kültürümüz denen önemli birikimin kaynaklarından istifade ederek yeni bir sinema dili ve estetiği kurmaktır.
Müstesna Uygur sanat insanı, Darüşşafakalı, Uygur kültürünü her zeminde yaşatmaya ve duyurmaya çalışan, içindeki çocuksu heyecanla her zaman başkalarına birşey vermeye çalışan Oğuzhan Tuğrul’a Allahtan rahmet diliyorum.