Dün birçok açıdan herkesin kazandığı bir gündü. 1 Mayıs’ın Taksim’de bayram havasında kutlanması ve Taksim’in tarihin en kalabalık ve barışçı kutlamasına sahne olması sanıyorum yine de en çok iktidarın kazanç hanesine yazıldı. Öte taraftan Taksim’de toplanan kalabalığın da muhalefetin gözünü doyuran bir avunma olacağını ekleyelim. Ancak benim alanda gözlemlediğim, onca renkliliğe ve coşkuya rağmen, taleplerini ve arayışlarını, güne, döneme uygun olarak dile getiremeyen bir kalabalığın olduğu idi.
Öncelikle 1 Mayıs ulusal değil, enternasyonal bir gündür. 1 Mayıs, ulusalcı-milliyetçi sloganlarla hatta hezeyanlarla kutlanmaz. Bütün dünyada 1 Mayıs, hem enternasyonal yanıyla hem de sistem (kapitalizm) karşıtı yönüyle gündeme gelir. Ama dün Taksim’de görünen bunun tam tersi gibi geldi bana. Konuşmalar ve sloganlardaki ulusalcı vurgu çok belirgindi ama tabii daha da belirgin olan, sistem karşıtı olmayı bir kenara bırakıp, doğrudan hükümet karşıtı bir zeminde politika yapmaya çalışmanın en ‘muhalif’ ve en ‘devrimci’ sayıldığı bir acayip durumun dün de oldukça hakim olması idi. Aslında bu statükocu durum öteden beri var. Kendisini ‘solda’ zanneden halbuki nasyonel sosyalizmin karanlık tünellerinde yolculuğa çoktan çıkmış birçok kesim, uzun zamandır kendilerini iktidar partisine göre tarif ediyorlar. Yani AK Parti’nin iradesiyle yaptıklarını bırakın, bu partinin iktidar döneminde, küresel sistemden ya da devletin bürokratik mekanizmasından kaynaklı bütün gelişmeleri de hükümet kaynaklı sayıp, ne olursa olsun, karşı çıkmak ve kendisini bu kör karşı çıkışla konumlandırıp tarif etmek ‘muhalefet’ hem de keskin muhalefet sayılır oldu. Tabii bu şaşkınlar, şu andaki konumlarını ve yaşam sürelerini, aslında politik saiklerle değil, eski konumlarını kaybetmenin nefretiyle karşı çıktıkları, AK Parti’nin yaşam süresiyle sınırladıklarının farkında değiller.
Dün 1 Mayıs kürsüsündeki politik sefilliği özetlemek için, kürsüden Suriye Baas Partisi’ne, Suriye’de olan biteni‘emperyalizmin bir oyunu’ olarak anlatan anonsun yapılarak destek verildiğini söyleyerek bu konuyu kapatayım.
Bütün dünya dün 1 Mayıs’ı kutlarken ILO’nun küresel istihdam raporu yayınlandı. ILO, küresel işsizliğin 2013 yılında yüzde 6.2’ye yükseleceğini, krizde işinden olan 50 milyon kişi ve küresel ekonomiye katılanlarla birlikte yaklaşık 80 milyon kişiye istihdam sağlamanın gerekli olduğunu belirtiyor. Ama dünyanın bu büyüme temposu, bırakın bu istihdam rakamını sağlamayı işsizliği daha da yukarı çekecek. Avrupa’da artan genç işsizliğin önümüzdeki yıllarda hızlanarak artacağı artık sır değil. O zaman şimdi yaşadığımız kriz, giderek finansal kriz olmaktan çıkıyor ve reel alanları saracak çok boyutlu bir istihdam-beşeri sermayenin değersizleşmesi-krizi olma yönünde derinleşiyor.
Peki, bu gelmekte olan krize karşı çalışanların bir önlemi, yeni bir örgütlülüğü ve politik karşı koyma gücü var mı; bence bu krizin ortasında 1 Mayıs’a bu soruyla bakmalıyız.
Yaşadığımız krize bağlı olarak, çalışanların yeni döneme ilişkin hak arama ve örgütlenme meselelerine kafa yoracak bir küresel muhalefet sürece damgasını vurmuş değil. Türkiye’de ise kendilerine ‘devrimci’ diyen sendika(lar), CHP gibi nasyonel-sosyalist bir partinin peşine takılmış durumda.
Ne yapmalı?
Bugün önümüzdeki önemli adımlardan birisi sendikal birleşmelerin örgütlü tek merkezli olması doğrultusunda adım atılmasıdır. Avrupa’da sendikal örgütlenme işkolu düzeyinden sektör ve ulusal düzeye doğru gitmiştir. AB düzeyinde üç ülkede (Belçika, Finlandiya ve İrlanda) ulusal-sektörler düzeyinde toplu pazarlık belirleyicidir. Diğer ülkelerde işkolu ve işletme düzeyleri geçerlidir. İşkolunun geçerli olduğu ülkeler faşizmin bir zamanlar hüküm sürdüğü İspanya, Portekiz, İtalya gibi ülkelerdir. Burada faşizmin mirası olarak korporatist sendikacılık gelişmiştir. Toplu sözleşmelerin kapsamı ve uygulama gücünü kıtasal hale getirmek bugün işçi sınıfının ilk hedefi olmalıdır. Toplu pazarlığın kapsama alanı genişletilmeli ve bu alan sendikasız işçileri de kapsamalıdır. Avrupa sendikaları azalan güçlerine çözüm olarak sendikal birleşmelere yönelmektedirler. Kimya, Enerji ve Maden İşçileri Uluslararası Federasyonu (ICEM), sendikal hareket için temel sorunun bütünleşen küresel piyasaya karşı sendikaların yenilenme ve bütünleşmesi olduğunu krizin hemen başında söylüyordu. Ancak halen çalışanların enternasyonal örgütlenmesi buradan uzak.