Çözüm süreci çerçevesinde yapılan görüşmeler, bir dizi ilginç bakış açısının açığa çıkmasına neden oluyor. Öncelikle belirtelim, insanlar görüşlerini ortaya koyarlarken ait oldukları çevreyi ima eden bir kimlik beyanında mutlaka bulunuyorlar. Bu nedenle bazı sınıflandırmalar yapmak da mümkün olabiliyor.
Süreci destekleyen dindar muhafazakarlar, bazı Aleviler, Kürt ve sol çevrelerden olduklarını dile getirenler, aslında Türkiye’de Türk-Kürt sorunu olmadığını, yaşanan sorunların ‘dış güçlerin’ oyunu olduğunu ileri sürüyorlar. Süreç işlemezse ‘bizi bölerler’ diyorlar.
Milliyetçi ve ulusalcı muhafazakar kesimler ise sürece son derece kuşkulu bakıyorlar ve onlar da barış projesinin dış güçlerin bir oyunu olduğunu ileri sürüyorlar. Süreç işlerse ‘bizi bölerler’ diyorlar.
Kısacası, çatışma halinin de çatışmama halinin de nedeni dış güçler.
Anlaşıldığı kadarıyla zihinlere sürekli Türkiye’nin bir oyuna kurban gittiği anlayışı hakim olmuş; Türkiye’nin kendi kendisine zarar verebileceği hiç düşünülmemiş.
Söz konusu şüpheciliğin, özgüven eksikliğinin ve dış güç takıntısının nedenleri üzerine gidilmesi iyi olur. Zira bu anlayış ‘bölünme’ korkusunu sadece beslemiyor, aynı zamanda gerekçelendiriyor. Kimi terör böler diyor, kimi çözüm süreci. Kimi bölünmemek için ulus-devleti güçlendirmeyi öneriyor, kimi Osmanlı olalım, kimi genişleyelim diyor. Aslında insanların rejim ve demokrasiyle ilgili kaygılarını, devlete karşı güvensizliklerini, toprak meselesi üzerinden ifade ettiklerini söylemek mümkün.
Çeşitli biçimlerde dile getirilen bu dış güçlerin kimler olduğu konusunda ise aydınlatıcı bir açıklama almak kolay değil. Bununla birlikte, ABD ile İsrail zihinlerde ilk sırayı alıyor; ardından Fransa ve İngiltere geliyor. İlginç biçimde kimse Rusya ya da Çin’i ima eden cümleler kurmuyor, Almanya, İran ya da başka ülkeler akıllara gelmiyor.
Yine ilginç biçimde bu bazı dış güçlerin neden Türkiye’yi bölmek isteyebilecekleri sorusu da sorulmuyor.
Hemen belirtelim, gerek Ortadoğu’nun gerek Avrasya’nın ve gerek ‘dış güçlerin’ kaderi, Türkiye’nin bölünmesine değil bölünmemesine bağlı. Bölünmüş bir Türkiye, dünya güç dengelerini radikal olarak değiştirir; sonucu ve kazananı belli olmayan büyük savaşlara kaynaklık eder ve hiçbir devlet sonucunu yönlendiremeyeceği bir süreci desteklemez.
Bununla birlikte, bölünme korkusunu diri tutarak karar alıcılara ‘iş’ yaptırtmak mümkün olabilir. Sağcı-solcu, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, iktidar yanlısı-iktidar karşıtı türünden bir dizi malzeme mevcut. Bu malzemenin Türkiye’yi gitmekte olduğu yoldan caydırma amacıyla kullanılması mümkün, tabi iç ortaklar bulmak şartıyla.
Türkiye, batı ittifakının eskiye oranla daha güçlü bir üyesi olarak Ortadoğu’nun yeniden yapılanmasında büyük bir etkiye sahip; gittiği yol bu. ABD ve Avrupa’da Obama ABD’sine yakın duran ülkelerle benzer bir stratejik vizyona sahip. Ayrıca otoriter büyük güçler denen Çin ve Rusya ile demokratik büyük güçler Batılı ülkeler arasındaki dengeyi koruyan ülke durumunda; esas gücü buradan geliyor.
Sorun, bu denge rolüne aday ülkelerde. Türkiye demokratik zafiyet gösterdiğinde, otoriterler kampına kayar; demokratik başarı gösterdiğinde denge pozisyonunu korur. Bu durumda büyük dış güçler, Türkiye’nin bütünlüğünü korumak için çalışır, zira onlar Türkiye ile işbirliği içinde yeni açılımlar peşindeler. Denge rolüne aday ülkeler ise bu yönde atılacak adımlara, sadece bölünme korkusunu diri tutarak bile engel olma çabasında olabilirler. Nedeni basit, otoriterleşen Türkiye risklere açık hale gelir; riskler çoğaldıkça siyasi irade çalışamaz başka bir irade çalışır, Türkiye açıldığı alanlardan geri çekilir ve o alanlara da başkaları girer; üstelik Türkiye ile işbirliği yapmaksızın.