Başlıktaki bu söz bir işadamına ait. Bu sözlerin, x kişi tarafından Atatürk’e yöneltilen bir hakarete karşı savunma saikiyle sarfedildiğini düşünüyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. 1997 yılında TÜSİAD’ın Genel Kurul toplantısında söylenmiş...
Güzel önerileri de olmuş bu güzide iş adamımızın...
x - Her şeye varız ama Atatürk’ümüze laf getirtmeyiz!
Gülüşmeler.
x - Anayasada tüm partilerin Atatürk ilkelerine mutlaka bağlı kalmaları şartı korunmalıdır!
Bülent Tanör (Rahmetli Tanör, ortamdakilerin hepsinden daha Kemalist): Demokraside böyle birşey olmaz. Her partinin kendi ilkeleri vardır. Herkes aynı ilkelere bağlı kalsa partiler nasıl farklı olacaklar?
Yukarıda da belirttiğim gibi bu konuşmalar 1997 yılında TÜSİAD Genel Kurulu’nda gerçekleşiyor. Kuruldaki tartışmayı “Atatürk’ümüze laf getirtmeyiz” gülünçlüğüne getiren mevzu ise, Komisyon Başkanı Can Paker’in koordinasyonunda hazırlatılan “Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri” raporu.
x’in kim olduğunu haklı olarak merak ediyorsunuz elbette. O aynı zamanda bir siyasetçinin de kardeşi. Hadi bilin bakalım demeyeceğim elbette, bu konuşmalar Bülent Tanör ve Turgut Yılmaz arasında geçiyor.
Turgut Yılmaz da, “demokratikleşme perspektiflerine” şiddetle karşı çıkan, Asım Kocabıyık, Aydın Bolak gibi “ağır top”lardan birisi...
“Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri Raporu” üzerine çıkan tartışma nasıl oluyorsa oluyor “Atatürk’ümüze laf söyletmeyiz”e geliyor...
Türkiye’nin mühim konuları üzerine “asla kendilerini bağlayamayacak raporlar” hazırlatmak bir TÜSİAD klasiğidir. Ve yine bir TÜSİAD klasiğidir, “rapordaki görüşlerin hazırlayan kişilere ait” olduğunu vurgulamak!
1997’de işte bu TÜSİAD -gerçi sonradan (tıpkı yeni anayasa raporunda olduğu gibi) eline yüzüne bulaştırdı- kendi tarihinde belki de en cesur, en doğru ve Türkiye’ye ciddi katkısı olabilecek bir rapor hazırlatmış.
Hazırlatmış da ne olmuş?
Can Paker’in ifadesiyle, “sorun, toplumdan önce TÜSİAD’ın böyle bir demokratikleşme paketine hazır olup olmamasıydı”. Bülent Tanör’ün “Demokratikleşme Perspektifleri” raporunun TÜSİAD Genel Kurulu’na sunulmasıyla birlikte ortaya çıkmış ki, meğer evvela TÜSİAD böyle bir perspektife hazır değilmiş!..
Genel Kurul’da, iş çevrelerinin ağır toplarından itirazlar yükselmiş, tartışmalar almış başını yürümüş ve o genel kurulda rapor oylanıp ibra bile edilmemiş. (Daha sonraki genel kurulda ancak ibra edilebilmiş.)
Oysa, “Türkiye, Ortadoğu ve İslam dünyasının hassas bölgesinde şu iki yakıcı sorunun kuşatması altındadır: Laiklik ile İslam’ı, ulus devletle farklı etnik kimlikleri demokrasi içinde barıştırmayı denemek” ifadesiyle sunulan raporda, 1997’nin konjonktürü düşünüldüğünde gerçekten ileri demokrasinin izleri görülüyordu. Hem de aslında sıkı bir Kemalist olan Bülent Tanör’e hazırlatılan bir rapordu bu...
Nelere karşı çıkmış TÜSİAD’ın “ağır topları”? Mesela, MGK’nın anayasal değil yasal bir kurum olması teklifine... Mesela Genelkurmay’ın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmasına... Ve yine mesela, yukarda bahsettiğim “bütün partilerin Atatürk ilkelerine bağlı kalması şartının demokrasiye aykırı bir uygulama olmasına”...
Son günlerdeki İshak Alaton-Ümit Boyner polemiğinden hareketle, 28 Şubat’ın “sermaye” ayağına sardırıp ilgili isimlerle yakın diyaloğa geçtim. İshak Alaton, Can Paker ve Yıldırım Aktürk’ü telefonla aradım. Of the record birtakım bilgiler de edindim ama, işin görünen kısmı o ki, TÜSİAD’ın ciddi kan kaybı o günlerde başlamış.
Can Paker “yarıya yakını raporu destekledi” diyerek kibar bir dil kullandı ama mefhumun muhalifinden bakılınca, TÜSİAD üyelerinin yarısı da (hem de ağır topları) raporu yerden yere vurmuşlardı. Yani TÜSİAD içinde ciddi bir “demokratikleşme” sorunu vardı. Çünkü hepsinin “devletle” işi vardı ve o günkü şartlarda “devletin kim olduğu belli”ydi.
28 Şubat sürecinde “sermaye”nin “demokratik perspektifine” dikkat kesilmeye devam edeceğim.