Dün duygu dolu anların yaşandığı bir toplantıdaydım. Hüzün vardı orada, umut vardı. Ankara Ticaret Odasının konferans salonunda, Sayın Başbakan Erdoğan, Bakanlar Sayın Fatma Şahin ve Sayın Faruk Çelik’in katılımıyla düzenlenen ve çok sayıda engelli kardeşimizin aileleriyle beraber katıldığı güzel bir buluşma gerçekleşti.
Engellilerin istihdamı konusunda epey mesafe sağlandı, daha da iyiye gidecek her şey, o salonda başta Başbakan olmak üzere Bakanlar Fatma Şahin ve Faruk Çelik’in ifade ettikleri samim ve güven verici sözlerden bunu anladım.
Zerdeşt ve annesi Canan’la beraber katıldık toplantıya. Bana da birkaç söz söyleme fırsatı oldu.
Christi Brown’un hikayesini paylaştım.
Chrısty Brown bütün dünyada, daha sonra başarılı bir filme konu olan, ‘Sol Ayağım’ adlı otobiyografik romanıyla tanındı. Babası Dublinli bir işçiydi ve Brown’un yirmi iki kardeşi vardı.
Chrısty Brown beyin felci geçirmiş engelli bir insandı ve sol ayağı dışında, vücudundaki herhangi bir organını kontrol edemiyor ve kullanamıyordu.
Brown, birbirinden güzel romanlar yazdı.
‘Her Gün Hüzün’ bildiğim kadarıyla Türkçe’ ye çevrilen ikinci romanı.
Tekerlikli sandalyeye mahkum bir insan ve onun toplumsal yaşama katılamayışının yarattığı hüzün, bu romanın konusudur.
Her gün hüzün duyarak yaşamak ve bu hüzün içinde yaşadığı aile ortamını, aile bireylerini gözleyerek hayata tutunma çabası..
Türkiye’de bu hüznü her gün hissederek yaşamak zorunda kalan milyonlarca engelli yurttaşımız var.
Son on yıl içinde olağanüstü ve devrim niteliğinde uygulamalara ve düzenlemelere şahit olduk. Yine de, engelli kardeşlerimizin sorunlarını ve haklarını toplum olarak yeteri kadar konuştuğumuzu ve tartıştığımızı söylemek çok kolay değil.
Yaşadıkları hüznün farkında değiliz ne yazık ki.
Engelli insanların kullanabildiği haklar bakımından, bütün güzel ve olumlu uygulamalara rağmen, Türkiye’yle dünya standartları arasında hala da epey fark var.
Engelli istihdamı ise meselenin en önemli yanı. Bunu Zerdeşt’ten biliyorum.
Son zamanlarda bir işe girmek isteği, Zerdeşt’te yakıcı bir arzu haline geldi.
Rahatsızlansam, benim yerime gazeteye gitmek, televizyona çıkıp konuşmak istiyor, bana ‘sen dinlen, ben senin işlerini yaparım diyor, ‘yazı yazarım, televizyona çıkar konuşurum diyor..
Hayata talip olmaktır bu, hayata tlip olmak ve ona sarılmanın yollarını, çaresini aramaktır.
Araştırmalara göre dünyada 650 milyon engelli insan yaşıyor.
Sosyal yaşamın ve ekonomik, sanatsal, kültürel üretimin dışına, ‘normaller’ tarafından bir biçimde itilmiş olan bu insanların Türkiye’deki sayısı 10 milyon civarında, yani yaklaşık nüfusun yüzde 14’ü..
Nüfusunun yarısı engelli bir Dünyada yaşıyoruz.
Dünyadaki bütün ‘normallerin’ kendi ırklarının yarısına karşı hiç de sorumlu insanlar gibi davranmadıklarını da biliyoruz.
Umutlu bir gidişat var dünyada ve Türkiye’de.
BM’ in 50 maddeli ‘Engelli Hakları Sözleşmesi’, insanlık ailesinin başarıları arasında görülmelidir.
Nedir engelli olmak?
BM’ in söz konusu sözleşmesi, engelliliği, ‘ ‘insan çeşitliliğinin ve insanlığın bir parçası’ olarak kabul ediyor.
Farklı olan değildir engelli insan.
Tam tersine engelli insan, fark edilir olmak, görülmek, saygı ve anlayışla karşılanmak ister.
Engellilerin, karmaşık ve zorluklar içindeki hayatlarını kolaylaştıracak olan budur aslında.
Hakikaten sosyal görevlerini yapmaya hazır bir devlet ve toplum olmanın yolu da buradan geçiyor.
Ama bunun için her şeyden önce kendini normal kabul eden insanların ciddi bir düşünsel değişim yaşaması gerekiyor.
Herkesin hayatında insan çeşitliliğinin parçası, parçaları olmalı..
Hüzne katlanmak ancak böylelikle mümkün.
Malumunuz, geçen hafta değerli kardeşim Elif Çakır’la beraber Cizre’ye giderken Nusaybin yakınlarında kaza geçirdik. Allahın sevgili kuluyum ki-anlaşılan Elif de öyle- doğup büyüdüğüm o topraklarda her nasılsa son anda bir mucize gerçekleşiyor ve ölümden kurtuluyorum. Takdiri İlahi olsa gerek. Bu üçüncü.. Seslerini bu vesileyle duyduğum dostlarıma, Mardin’de koşup hastaneye gelen arkadaşlara minnettarım.