Ali Şeriati, "Kerbela; keder, hüzün, bitmeyen sızı anlamına gelen "Kerb" ile musibet, afet, imtihan anlamına gelen "bela" kelimelerinden oluşan bir terkiptir" der. Dolayısıyla kelimenin aslı "kerb-bela"dır demek ister. Kelime itibariyle böyle bir anlamı var mı, tartışılabilir. Ama pratikte, Kerbela hadisesinden bugüne, bitmeyen sızıların, sonu gelmez hüzünlerin, tahammülfersa musibetlerin, ağır katliamların, kapanmayan yaraların meskeni olmuş bir ümmetin her gününün aşura, her yerinin de Kerbela olduğu tartışılmaz.
Muharrem ayındayız. Hz. Hüseyin ve yetmiş iki yareninin, bu sene 16 Temmuz Salı gününe denk gelen 10 Muharremde, "saltanat için değil, ceddinin dini için" çıktığı yolculukta, Kerbela'ın kızgın sıcağında, Fırat nehrinin kenarında, Yezid'in ordusu tarafından günlerce susuz bırakılarak hunharca şehit edilişlerinin yıldönümü. İslam tarihinin kırılma noktası sayılan bu hadise, Müslümanların içinde kapanmayan bir yara, bitmeyen bir keder, sonu gelmez bir matemdir. Yaşanan her musibet de ona benzetilir, onu akla getirir.
Ümmetin Kerbela'larından birinin yaşandığı Zilan havalisinde dünyaya geldim. Büyüklerimiz Zilan vadisinde gerçekleştirilen katliamdan ne zaman bahsetseler, "Mîna Kerbelayê" (Kerbela gibi) derlerdi.
Bilindiği gibi, 1930 yılının Temmuz ayının Kerbela çölünü andıran sıcağında yaşanan çağdaş katliamlardan biri de Van'ın Erciş ilçesine bağlı Zilan vadisinde yaşandı. Olaylara şahit olan yaşlılar, o günü tasvir ederken, "Kerbela gibi kavurucu sıcaklar vardı. Yanı başlarında Zilan deresi şarıl şarıl akarken insanlar, bir damla suya hasret öldüler. Hz. Hüseyin de Kerbela çölünde, Fırat'ın kenarında bir damla suya hasret öldü" derlerdi. Resmi rakamlara göre 15 bin, halkın anlattığına göre de 50 bin kadar Müslüman Kürt, büyük bir katliama maruz bırakılmıştı. Nitekim insaflı tarihçiler, halkın verdiği rakamın gerçeğe daha yakın olduğunu söylüyorlar. Anasının kucağında bebek iken katliamdan süngü yarası alarak kurtulan bir köylümüzün sırtındaki yara izini gözlerimle görmüştüm. O, yarayı sırtlayıp rahmete gitti, dinmeyen sızısını, sonu gelmez hüznünü de bize bıraktı. Biz, onun Kerbela misali kapanmayan yarasının izini yüreğimizde taşımaya devam ediyoruz.
Zamanın tek parti yönetimi, Zilan vadisindeki yüzü aşkın köyü, gök ekin biçer gibi biçti. Yine objektif tarihçilerin anlattığına göre, halkı kırılan köylerden altmış tanesi bir daha kurulamadı, bütün ahalisi katliamda öldüğü için, silinip gittiler.
Böyle bir Temmuzda çağdaş bir Kerbela daha yaşandı. Sene 1995. Ağır silahlarla donatılmış Bosna Sırp ordusu, BM'nin güvenli bölge ilan ettiği Bosna-Hersek'in Srebrenitsa kentinde sekiz binden fazla Boşnak Müslüman'ı katletmişti. Hollanda barış gücüne bağlı askerler de katliamı seyretmekle yetinmişlerdi. Taze bir yara gibi hala kanıyor Boşnakların Kerbelası, Müslümanların yüreğinde.
Filistinlilerin Kerbelası ise yüzyıldır sürüyor. Ama günümüzde, gözlerimizin önünde yaşanan Gazze katliamı, kıyamete kadar dinmeyecek bir kanlı Kerbeladır. Elli bine yakın çocuk, kadın, yaşlı öldürüldü. Kayıpların sayısı ise bilinenlerden kat be kat fazladır. Hayatta kalanlar, aç biilaç, perişan vaziyette oradan oraya savruluyorlar. Anlatılır, tasvir edilir gibi değil. Olayı olduğu gibi aktarmanın zorluğunu, hatta imkansızlığını bilenler, çağdaş bir Kerbela hadisesiyle karşı karşıyayız diyerek, dehşetli manzarayı zihnimizde canlandırmamızı istiyorlar.
Ali Şeriati, "her gün aşura, her yer Kerbela" diyerek, tarihte yaşanmış büyük Kerbelayı her anımızda hatırlamamızı istediği gibi, İslam ümmetinin her gün, her an ve her yerde sürekli bir Kerbela süreci yaşadığına dikkatimizi çekiyormuş meğer.