Devletlerin uzun vadeli planları elbette olur ve genel olarak bu planlar esas alınır. Ama, bazen, bir şahıs, tek bir kişi bile, o devletin uzun vâdeli siyasetlerini alt üst- edebilir ve kendi duygu, düşünce ve davranışlarını o planların dairesi dışına çıkarıverir.
Liderlikler veya lider tipler de zaten bu gibi durumlarda yükselir veya batar. Başarılı olurlarsa, 'muhteşem, emsalsiz, eşi bulunmaz' diye yüceltilirler.. Bazıları ise, kendilerini bizzat yüceltirler, yücelttirirler ve tarihe emsalsiz olduklarını yazarlar; başarısız olursa, hayalcilik veya aptallıkla suçlanırlar.
Makedonya'dan kalkıp, 2 bin yıl öncelerin imkân ve şartlarına göre, taa Hindistan'a sefer eden İskender (Alexander), neticede eline fazla bir şey geçmemişse de, tarihlerde hâlâ, 'Büyük' sıfatıyla birlikte anılır.
Müslümanların tarihinde de, Halid bin Velîd, Tarık bin Ziyad, Selâhaddin Eyyubî, Gazneli Mahmûd, Alp Arslan, Osman Gazi, Murad Hüdavendigar, Fatih Sultan Mehmet, Mehdi'y-i Sudanî, Şeyh Şâmil, Ömer Muhtar vs. gibi sayısız nice büyük kahramanları vardır.
Elbette bütün gerçek Peygamberler de insanlığın en büyük isimleridirler. 1850'lerin İngiliz tarihçi ve yazarlarından Thomas Carlyle, -kendisi bir Hristiyan olduğu için tabiatıyla-, Hz. Peygamber (S)'i, bir 'Prophète /Peygamber olarak değil, ama, bir 'büyük kahraman' olarak niteler, 'Kahramanlar..' isimli eserinde..
Aynı şekilde yine aynı tarihlerde, o dönemin büyük Fransız şair, tarihçi ve yazarı Alphonse de Lamartine'in de, 'Histoire de la Turquie /Türkiye Tarihi' isimli eserinde Hz. Peygamber'e bakışı ilginçtir.
Lamartine İslam'ın dünyaya yayılma noktasını, çölün her türlü mahrumiyetlerini uzun uzun anlattıktan sonra şöyle devam eder:
'Hiç bir insan, isteyerek veya istemeyerek daha ulvî bir gâye ortaya koymadı; zira bu, gâye insanüstü idi. (...) Hiç kimse bu kadar zayıf vasıtalarla insan kudretinin başaramayacağı böyle bir ölçüsüz esere teşebbüs etmedi; bu kadar büyük bir gâyenin idrâk ve gerçekleşmesinde kendisinden başka vâsıtası ve çölün bir köşesinde bir avuç bedevîden başka yardımcısı yoktu..
(...) Şayet, 'gâyenin büyüklüğü', 'vâsıtaların küçüklüğü' ve 'neticenin azâmeti' insan dehâsının üç ölçüsü olursa, Muhammed ile mukayeseye kim cür'et edebilir!
En meşhur adamlar ancak silahları, kanunları, imparatorlukları harekete geçirdiler; tesis ettikleri (şayet buna muvaffak olabilmişlerse), ekseriya kendilerinden evvel yıkılan maddî kuvvetlerdi. Halbuki O, silahları, kanunları, imparatorlukları, kavimleri, hânedanları, meskûn arzın üçte birinde milyonlarca insanı harekete sevk etti, fakat, O, bundan ayrı olarak, başka mabetleri, ilâhları, dinleri, fikirleri, inanışları, ruhları da harekete getirdi; her harfi bir kanun olan bir 'Kitap' üzerine, her dilden ve ırktan kavimleri içine alan manevî bir milliyet / ümmet kurdu ve Müslüman milliyetinin silinmez karakteri olarak, sahte ilâhlara nefret taşıyan ve maddeden münezzeh bir Allah aşkı ilhâm etti.. (Bu mucize) bir insanın değil, aklın mucizesi idi. Uydurma ilâhların bıkkınlığı içinde ilân edilen Allah'ın birliği (Tevhîd) fikri ve inancı, öyle bir fazilete mâlikti ki, bu onun dudaklarından terennüm edilirken, putların bütün eski mabetlerini yaktı ve bunun lem'alarıyla dünyanın üçte birini nurlandırdı. (...) Filozof, hatip, havarî, kanun va'zı, makul esaslar ve resimsiz bir din kurucusu, muharib, fikirler fâtihi, (...)ve bir gönül imparatorluğunun müessisi: İşte Muhammed!
Beşer büyüklüğünün ölçüldüğü bütün mikyaslarla hangi insan daha büyüktür? (...)'
*
Evet, beşer tarihinde yaptıkları büyük işler yüzünden, -kanun dayatması gibi saçmalıklarla değil- yaptıkları işlerin mahiyeti açısından, halâ 'büyük' diye anılan nice isimler vardır.. Bu büyüklüğün ölçüsü de herkese göre değişir. Firavunlar arasında da diğerlerine göre, 'daha büyük' veya 'en büyük' olarak nitelenenler olduğu gibi.. Kimileri büyüklük ve gelecek asırlara intikal etmek arzularını kimileri ya da bağlıları, Firavunlar gibi mumyalanmış cesetlerle, kimileri irili-ufaklı büstler, heykeller veya paralara kazınmış fotoğraflarla gerçekleştirmek istemişlerdir..
*
Mehmet Akif merhumun, Mısır'da, firavunların asırlarca önceden kalmış mumyalarını seyrederken terennüm ettiği mısra, ne kadar düşündürücüdür:
'Evet, bütün beşerin hakkıdır, bekâ emeli..
Lakin, bunu ne taştan, ne de leşten beklemeli..'
*
Arif Nihat Asya merhum da, 'Bizi kahramansız bırakma Allah'ım..' demiyor muydu?
*