Türkiye’de muhafazakârlık kavramı 2000’lerden sonra popülerleşmeye başladı. Önceden pek kimse yüzüne bakmazdı muhafazakârlığın ve tabii muhafazakârların. AK Parti kendisini muhafazakâr demokrat bir kimlikle tanımlayınca ve peşi sıra girdiği yerel-genel tüm seçimlerden oyunu artırarak birinci çıkınca muhafazakârlık da siyaset ve toplum bilimcilerin en çok kullandığı kavramlardan biri oldu. Bugün kaba bir genellemeyle adına muhafazakâr dediğimiz kesim ‘ tarihin öznesi’ konumuna gelince ‘samimi fikirler’ değil belki ama ‘kamusal söylem’ ciddi bir değişim geçirdi. Tabii ki kamuoyu yoklamalarının, değerler araştırmalarının sonuçları da...
Eskiden irtica tehlikesinden bahsedilir, “irtica hortladı” denir, ‘elit seküler tebaa’ “Türkiye İran olmayacak” sloganları atar, ‘malum medya’ “Malezyalaşma” temayülünden dem vurarak topluma ayar vermeye çalışırdı. Bu sürece paralel şekilde bir de muhafazakârlaşma söylemi devreye sokuldu. “Türkiye giderek muhafazakârlaşıyor” denildi ve buna eskisi kadar olmasa da yeter dozda bir “tehlikenin farkında mısınız” cıngılı eşlik etti.
Öteden beri tehlike addedilmiş, talepleri, itirazları siyasete konu edilmemiş bu ‘muhafazakâr kalabalığın’ şimdilerde o kadar da tehlikeli olmadığı ve hatta giderek modernleştiği, liberalleştiği ve zararsız bir hale geldiği anlaşılıyor! (Muhafazakârlık ve modernliğin birebirinin karşıtı iki konum olarak algılanması bahsi diğer) Yılmaz Esmer ve Hakan Yılmaz’ın ayrı ayrı yaptıkları araştırmaların sonuçlarının analizi bize bunları söylüyor.
Açık Toplum Vakfı ve Boğaziçi Üniversitesi tarafından yürütülen “Türkiye’de Muhafazakârlık: Aile, Cinsellik, Din” başlıklı araştırmanın sonuçlarında benim gördüğüm şey “din elden gidiyor”. Namaz ve oruç gibi ibadetlerde ciddi bir gevşeme var. Ramazan ayı boyunca ve dini günlerde oruç tutanların oranı yüzde 18,7’den 10,2’ye düşmüş. Neredeyse yarı yarıya. Ramazan boyunca oruç tutanların oranı ise yüzde 60,4’ten yüzde 53,1’e düşmüş. Hiç tutmayanlar ise yüzde 6,4’den 12,3’e yükselmiş.
Yüreklere su serpildi
Araştırmanın en dikkat çekici sonucu ise toplumun dindarlıkta irtifa kaybettikçe daha hoşgörülü, liberal, özgürlükçü vs. olduğu. Söz konusu araştırmaların bu anlamda yüreklere su serptiği söylenebilir.
Şu durumda muhafazakar kesim kocaman bir alkışı hakkediyor: Medeni dünyanın değerlerini benimseyebildikleri, bireyselleştikleri ve modernizmin insanoğluna armağan ettiği liberal değerleri özümsemeye başladıkları için! AK Parti’nin gizli ajandasını aralamaya, “dindar nesil” ve içki muhabbetiyle AK Parti’nin gerçek yüzünü ortaya çıkarmaya çalışanlar; bu durumda bir alkış da AK Parti’ye! Eskiden anlayışsız, kaba, softa olan bir kitleyi bugün çağdaş dünyanın değerleri ile uyumlu bir kıvama, sosyolojik bir vasata taşıdığı için!
Doç. Dr. Ali Murat Yel yazısında özellikle bu hususa dikkat çekiyor. Son günlerde Türkiye kamuoyunu meşgul eden Türkiye Değerler Atlası’nın Dünya Değerler Araştırması’nın bir parçası olarak yapıldığını hatırlatıyor ve söz konusu araştırmanın son tahlilde “Tarihin Sonu” tezine ampirik veri sunduğunu ifade ediyor.
Prof. Dr. Erol Göka ise muhafazakârlık kavramını tamamen farklı bir boyutta, toplumsalı kuran yapıcı bir unsur olarak ele alıyor, “Her toplum, bir bakıma muhafazakârlığı sayesinde toplum olma hüviyetine kavuşur” diyor.
Taha Özhan’ın yazısı, Türkiye’nin Suriye politikasını, ortada bir savaş ilanı yokken ve bu gerginliğin sebebi sanki Türkiye imiş, Türkiye Suriye’yi işgale kalkmış gibi eleştiren muhalefetin düştüğü durumu analiz ediyor. ‘Savaşa hayır’ kampı olarak kendilerini takdim edenlerin Baas tuzağına düştüklerini, durumlarının ise ne ahlaki ne de jeopolitik olarak telif edilebilir olduğunu ifade ediyor.
Haftaya görüşmek üzere...
[email protected]