Astana'da İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) 1. Bilim ve Teknoloji Zirvesi'nin açılış oturumu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşuyor:
"Bizler, ilk emri 'ikra' yani ‘oku’ olan, beşikten mezara kadar ilim öğrenmeyi tavsiye eden bir dinin mensuplarıyız. İslam medeniyeti, özünde bir ilim ve irfan medeniyetidir.
Müslümanların dünya siyasetine yön verdikleri dönem aynı zamanda bilginin, ilmin, yeniliğin merkezi oldukları dönemdir.
Ne zaman ki Müslümanların hayatında okuma, ilim tahsil etme, araştırma, sorma, sorgulama ikinci plana düşmüştür işte o zaman gerileme ve çöküş de başlamıştır.
“Bugün İslam dünyasındaki nüfusun yüzde 55’i okuma yazma dahi bilmiyor.
OECD ülkelerinde milli gelirden eğitime ayrılan payın ortalaması yüzde 5.2 iken bu oran İslam dünyasında yüzde 1’i dahi bulmuyor.
En başarılı çocuklarımızı, en parlak beyinlerimizi Batılı kurumlara ve ülkelere kaptırıyoruz.
Günümüzün en önemli güç kaynağı olan enformasyon ve bilgi teknolojileri konusunda üreten değil tüketen konumundayız.
Bu durum bizi milli güvenliğimiz başta olmak üzere birçok açıdan kırılgan hale getiriyor.
Altını çizerek ifade etmek isterim ki dün olduğu gibi bugün de güçlü ülke olmak, bilgiyi üretmekten ve bilgiyi en iyi şekilde işleyebilmekten geçiyor.”
Bunlar sorunu da çareyi de içinde barındıran sözler.
Sorun ne? OECD ülkelerinde eğitime ayrılan payın ortalaması yüzde 5.2 iken İslam ülkelerinde yüzde 1'i dahi bulmuyor olması.
Yani eğitime kaynak ayırmıyoruz. Yani eğitim ana gündemimiz değil.
Ondan sonrası geliyor.
Sayın Cumhurbaşkanı bu konuşmayı, Türkiye'nin yeni bir eğitim mevsimine girdiği, bu sırada, 15 yıl içinde eğitim ve kültürde yeterli başarı gösterilemediği için bir “hamle” niteliğinde gerçekleştirilen yeni müfredatı tartıştığı, o arada da mesela bir karikatürde ayıya yaptırılan müstehcen bir işaretin kitaplardan nasıl çıkarılacağına kafa yorulduğu, Matematik kitabında Atatürk'ün nasıl yer alacağı noktasında bir uzlaşmaya varılamadığı bir zamanda yapıyor...
Bilmiyorum Sayın Cumhurbaşkanının zirvede yaptığı konuşmanın kendisini dinleyen İslam ülkeleri liderlerindeki yansıması ne olmuştur.
Ama işin kolay olmadığı, hele bilginin dev boyutlarla katlandığı bir zamanda tren bir yerde kaçırılırsa mesafeyi kapatmanın imkansızlaştığı bir zamanda işin hiç kolay olmadığı bir gerçek.
Her şeyden önce Türkiye, hani bu alanda en gelişmiş İslam ülkeleri arasında bulunan Türkiye, eğitimdeki açığı nasıl kapatacak sorusunun cevabı kolay değil.
Geçen gün, bir gençle karşılaştım. Dedi ki: Hocam, bundan yıllar önce bizimle yaptığınız bir sohbette, “Bir maraton koşuyoruz, demiştiniz, rakiplerimizle pistin bir yerinde yan yana geliyoruz, ama onlar 30'uncu kilometrede koşuyor, biz 3'üncü kilometrede. 10 tur fark atılmış. Sorun, bizim bu mesafeyi nasıl kapatacağımız sorunu.” Eğitimimi tamamladım ve bugün biliyorum ki o sözlerinizden çok ilerde değiliz.”
Ne dersiniz bu gence?
Onun için en başarılı beyinlerimizi Batılı ülke ve kurumlara kaptırırız. Biz, en gelişmiş İslam ülkesi olarak Türkiye böyle ise diğer İslam ülkeleri ne olacak?
Ben, bu derdin sancısı içinde yetişen Ak Parti kadrolarının bu işi çözeceğini ümit etmiştim. 15 yıl geçtikten sonra “Bu işi başaramadık” demek olmuyor.
Kim gelip de çözecek bu işi?
Bir anne-baba çocuğunu ilkokula gönderecek, fellik fellik öğretmen arıyor.
Bir anne-baba, neredeyse varını yoğunu ortaya koyarak çocuğunu özel okula vermeye çalışıyor.
Genç nüfusumuz var. Allah vermiş insan sermayesini. Al o beyni işle. Oku, oku, oku. İlim ve irfan yükle. Medeniyet inşa et. Dünyadan beyin getir, beyin göçüne imkan verme. Üniversiteler her on yılda bir bilim adamlarının şu veya bu gerekçeyle biçildiği bir mezbahaya dönüşmesin.
Açık söyleyeyim, bunu Ak Parti döneminde söylemek hiç içime sinmiyor. Orada biraz da kendi dünyama kabahat buluyorum.
Tıpkı İslam dünyası zirvesinde en başa “Çözülmemiş Eğitim sorunu”nun girmesinde suçluluk hissettiğim gibi.
Bu işi aşamazsak daha çok zaman ezilmişliği, mazlumiyeti, utancı konuşuruz.