“Gazeteciler üç koldan saldırı altında...”Bu söz, kaset kumpasıyla CHP genel başkanlığına kurulmuş Kemal Kılıçdaroğlu’na ait...
Grup toplantısında etmiş bu lafı.
Salı günleri böyle konuşmalar yapıyor artık.
Muhtemelen, “Grup toplantıları kendinizi göstermeniz için fırsattır sayın genel başkanım. Sallamanız lazım” demişlerdir.
O da sallıyor.
Kendisini, gazetecileri, gazetecilik mesleğini dert edinmiş görüyoruz ve doğrusu çok seviniyoruz.
Hangi gazetecilerin saldırı altında bulunduğunu “hususen” belirtmemiş.
Kendi tavsifiyle, “havuz gazetecileri” için dertlenmediği aşikâr...
Başka bir “havuz”u işaret ediyor olmalı...
Düne kadar “Fetullahçılık” havuzundan beslenen, Fetullahçı kanallarda yüksek telifle programlar yapan, yine Fetullahçı mecralarda boy gösterip “Erdoğan’ı öldürecekler, cesedini de çöplüğe atacaklar” diye tehditler savuran ve fındık dallarının “yeşillendiğini” müjdeleyen gazeteciler için dertleniyor belli ki...
Haa, bir de Can Dündar...
Elindeki Alman pasaportuna rağmen sığınacak ülke bulamayan, uğradığı her mahfilde “Siz vatan haini Can Dündar değil misiniz?” sorusuyla karşılaşan Can Dündar...
Kılıçdaroğlu, ihaneti mahkemece tescillenmiş Can Dündar’ı hâlâ gazeteci sayıyor... Tıpkı, çifte ByLock’lu Ercan gibi...
Bu gazeteci düşkünlüğü olmadık çıkışlar da yaptırıyor kendisine...
Mesela, başka bir gurup toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çıkışmış, “Niye gazetecilere dava açıyorsun kardeşim? Niçin özgür basını susturuyorsun?” demişti.
Sonra da bombasını patlatmıştı: “Biz iktidara geldiğimizde gazeteciler dava tehdidiyle karşılaşmayacak.”
Bu lafı ettikten iki gün sonra da “koşar adım” savcılığa gidip bu satırların yazarı hakkında iki adet ceza davası açtırmıştı.
Başka hangi gazeteciler hakkında dava açtığını bilmiyorum; SGK Genel müdürü olduğu dönemde neredeyse tek uğrak yeri mahkemelerdi; birçok gazeteciye ceza ve tazminat davası açtı, bir gazetenin ismine yasak getirtti. (Vakit yazarı Ali İhsan Karahasanoğlu detayını yazsın... Bütün bilgiler onda.)
Genel başkan böyle yapar da, milletvekilleri geri durur mu?
Kılıçdaroğlu vartasını henüz atlatmıştık ki, bu defa devreye konsolosluktan dönme Öztürk Yılmaz girdi...
Öztürk Efendi de dava açmış...
Şimdilik “hapisle cezalandırılmamı” istiyor.
Söktürebilirse paramı da alacak.
Kazanacakları (kazanmayı umdukları) para boğazlarına dizilmesin, afiyet şeker olsun da... Şu çifte standarttan da vazgeçsinler artık.
İktidarlarında gazeteciler dava tehdidiyle karşılaşacak mı, karşılaşmayacak mı?
Bilelim...
Muhalefetlerinde iyi bir sınav vermediler çünkü.
Hem onlarca, yüzlerce dava açtılar; hem de el koyma tehdidinde bulundular.
Gürsel Tekindostumuz, 8 Haziran sabahı “havuz medyası” diye tavsif ettikleri gazete ve televizyonlara “kamu adına el koyacakları” müjdesini vermişti.
Muharrem İncede el yükseltmiş, Yüce Divan’a otobüs seferleri düzenleyeceklerini, bazı gazetecileri Yüce Divan’da yargılatacaklarını söylemişti.
Demek ki devri iktidarlarında gazeteciler hem tehdidiyle karşılaşacak, hem de bol bol hakarete maruz kalacak...
Bunun ilk örneğini Kılıçdaroğlu verdi, Sabah gazetesi yazarı Engin Ardıç’a “şaklaban” dedi.
Efendim, Engin Ardıç gazilerimize dil uzatmış...
Öyle mi yapmış?
Gazilerimize bu kadar düşkünsün de, o gazileri bu hale getirenler için neden tek lafın yok?
Onlar, “Niye silah bıraksınlar ki?” dediğin hendekteki arkadaşların tarafından bu hale getirildiler.
O “arkadaşların” için de bir şey diyecek misin?